FERÂİZ
İslâm miras hukukunu, inceleyen ilim dalı.
Ferâiz farz kökünden türemiş farîza kelimesinin çoğuludur. Farz masdar olarak bir şeyi belirlemek, takdir etmek, kesinleştirmek, açıklamak mânasına gelir. İsim olarak farz ve farîza kelimeleri takdir ve tayin edilmiş şey, belirlenmiş pay anlamındadır. Farz ile eş anlamlı olan farîza, İslâm literatüründe mükelleften yapılması kesin ve bağlayıcı bir şekilde istenen dinî görevleri ifade ettiği gibi, evlenme akdi gereği kadına ödenmesi gereken mehir ve mirasçıların terikedeki payları da önceden belirlenmiş olduğu için farîza olarak anılır. Kuranda farîza kelimesinin son iki anlamda kullanıldığı görülür (bk. el-Bakara 2/236; en-Nisâ 4/11, 24; et-Tevbe 9/60). Bununla birlikte her dinî görevin literatürde ayrı bir isimle anılması sebebiyle olmalıdır ki ferâiz giderek mirasçıların terikedeki paylarını ifade eden bir terim halini almıştır. Bu maktû paylar (bk. ASHÂBÜL-FERÂİZ) İslâm miras hukukunun en önemli kısmını oluşturduğundan miras hukukuna paylar ilmi anlamındaki ilmül-ferâiz denmeye ve konu klasik fıkıh kitaplarında kitâbül-ferâiz başlığı altında ele alınmaya başlanmıştır. Bu konuda uzmanlaşan âlimlere de fâriz, ferâizî, farazî denilmiştir.
Kurân-ı Kerîmde, ölenin terikesinde mirasçılara ait payların oldukça ayrıntılı bir şekilde belirtilmiş olması (k. en-Nisâ 4/11-12, 176), Hz. Peygamberin de konuyla ilgili gerek ilâve açıklamaları ve uygulama örnekleri, gerekse mirasın paylaştırılmasında bu ölçülerin iyi bilinip öğretilmesini ve korunmasını teşvik eden sözleri, ferâiz ilminin Resûl-i Ekrem döneminden itibaren doğup gelişmesinin temel sebebini oluşturmuştur.
Kuranda yer almayan ferâiz kelimesinin hadislerde sıkça kullanıldığı ve bununla temel dinî görevlerin, emir ve yasakların yanı sıra (bk. Wensinck, el-Mu***510;cem, farî***380;a md.) mirasçıların terikedeki paylarının, hatta mirasın paylaştırılması ilminin kastedildiği de görülür. Meselâ malın ferâiz ehli arasında Allahın kitabına göre paylaştırılması gereğini vurgulayan hadiste (Buhârî, Ferâ***511;i***380;, 5, 7, 9, 10; Müslim, Ferâ***511;i***380;, 2-4; Ebû Dâvûd, Ferâ***511;i***380;, 7) veya Halife Ömerin mirasçıların paylarında arttırma yapılamayacağını ifade eden sözünde (Ebû Dâvûd, Ferâ***511;i***380;, 5) ferâiz kelimesi miras payları anlamında kullanılmıştır. Ferâiz öğrenin ve öğretin, çünkü ferâiz ilmin yarısı olup unutulacaktır. Ümmetimden çekilip alınacak ilk ilim de odur (İbn Mâce, Ferâ***511;i***380;, I; Şevkânî, VI, 61; Muttak***299; el-Hindî, X, 166); Kuranı ve ferâizi öğrenin ve insanlara da öğretin. Ben aranızdan ayrılacağım gibi ilim de bir gün ortadan kalkacaktır. Öyle bir zaman gelecek ki iki kişi bir farîzada ve dinî bir meselede anlaşmazlığa düşecek de aralarında hüküm verecek birini bulamayacaktır (Tirmizî, Ferâ***511;i***380;, 2; Şevkânî, VI, 61) meâlindeki hadislerde veya bazı sahâbîlerin belli alanlardaki üstünlüklerini, bu arada Zeyd b. Sabitin ashap içinde ferâizi en iyi bilen kimse olduğunu belirten hadiste (a.g.e., VI, 61) geçen ferâiz kelimeleriyle İslâm âlimlerinin ağırlıklı görüşüne göre mirasın paylaşımını konu alan ilim dalı kastedilmiştir. Bu hadislerin bir kısmı rivayet tekniği bakımından zayıf hadis grubunda yer almakla birlikte sonraki dönemde oluşan fıkıh literatüründe ittifakla kabul görmüş, ferâiz ilim dalının önemi ve ferâiz teriminin benimsenmesi bu rivayetlere dayandırılmıştır.
Her ne kadar İbn Haldûn ile birlikte bazı İslâm âlimleri, yukarıda zikredilen hadislerde geçen ferâiz kelimelerinin miras da dahil olmak üzere ibâdât ve muamelât konusundaki teklifî-dinî hüküm ve görevler anlamında kullanıldığını, ferâizi bilmenin ilmin yarısı olduğu ifadesinin de ancak bu takdirde doğru sayılacağını, İslâm miras hukuku ilim dalı ve bunun terimlerinin daha sonra oluştuğunu, hadislerdeki ferâiz kelimesine bu son anlamı yüklemenin bir zorlama olacağını ileri sürmüşlerse de (el-***510;İber, I, 377; Abdülhay el-Kettânî, III, 118-120), hadislerde ve sahâbe sözlerinde geçen bütün farîza-ferâiz kelimelerine dinî farzlar ve görevler anlamının verilmesi de mümkün görünmemektedir. Nitekim Hz. Ömer, Ebû Mûsâ el-Eşarî, Abdullah b. Mesûd başta olmak üzere birçok sahâbîden ve tabiîn âlimlerinden nakledilen ve Kuran, Sünnet, haccın menâsiki ve talâkın yanı sıra ferâizi de öğrenmenin önemini vurgulayan rivayetler mevcuttur (Dârimî, Ferâ***511;i***380;, I; Abdülhay el-Kettânî, III, 115-120). Öte yandan mirasçıların payları, hakları ve öncelikleri Kuran ve Sünnette ayrıntılı olarak belirtildiği, İslâm öncesi döneme göre bu alanda önemli değişiklikler yapıldığı ve mirasçıların haklarının belirlenmesi ve paylarının hesaplanması belli seviyede ensâb* ve matematik bilgisini gerektirdiği için ferâiz ilminin Hz. Peygamber döneminde zorunlu olarak doğduğu, ferâizin terim anlamını da yine bu dönemde kazandığı şeklindeki yaygın görüş daha isabetli görünmektedir. Nitekim Ebû Bekir İbnül-Arabî de, İlim üçtür:
İslâm miras hukukunu, inceleyen ilim dalı.
Ferâiz farz kökünden türemiş farîza kelimesinin çoğuludur. Farz masdar olarak bir şeyi belirlemek, takdir etmek, kesinleştirmek, açıklamak mânasına gelir. İsim olarak farz ve farîza kelimeleri takdir ve tayin edilmiş şey, belirlenmiş pay anlamındadır. Farz ile eş anlamlı olan farîza, İslâm literatüründe mükelleften yapılması kesin ve bağlayıcı bir şekilde istenen dinî görevleri ifade ettiği gibi, evlenme akdi gereği kadına ödenmesi gereken mehir ve mirasçıların terikedeki payları da önceden belirlenmiş olduğu için farîza olarak anılır. Kuranda farîza kelimesinin son iki anlamda kullanıldığı görülür (bk. el-Bakara 2/236; en-Nisâ 4/11, 24; et-Tevbe 9/60). Bununla birlikte her dinî görevin literatürde ayrı bir isimle anılması sebebiyle olmalıdır ki ferâiz giderek mirasçıların terikedeki paylarını ifade eden bir terim halini almıştır. Bu maktû paylar (bk. ASHÂBÜL-FERÂİZ) İslâm miras hukukunun en önemli kısmını oluşturduğundan miras hukukuna paylar ilmi anlamındaki ilmül-ferâiz denmeye ve konu klasik fıkıh kitaplarında kitâbül-ferâiz başlığı altında ele alınmaya başlanmıştır. Bu konuda uzmanlaşan âlimlere de fâriz, ferâizî, farazî denilmiştir.
Kurân-ı Kerîmde, ölenin terikesinde mirasçılara ait payların oldukça ayrıntılı bir şekilde belirtilmiş olması (k. en-Nisâ 4/11-12, 176), Hz. Peygamberin de konuyla ilgili gerek ilâve açıklamaları ve uygulama örnekleri, gerekse mirasın paylaştırılmasında bu ölçülerin iyi bilinip öğretilmesini ve korunmasını teşvik eden sözleri, ferâiz ilminin Resûl-i Ekrem döneminden itibaren doğup gelişmesinin temel sebebini oluşturmuştur.
Kuranda yer almayan ferâiz kelimesinin hadislerde sıkça kullanıldığı ve bununla temel dinî görevlerin, emir ve yasakların yanı sıra (bk. Wensinck, el-Mu***510;cem, farî***380;a md.) mirasçıların terikedeki paylarının, hatta mirasın paylaştırılması ilminin kastedildiği de görülür. Meselâ malın ferâiz ehli arasında Allahın kitabına göre paylaştırılması gereğini vurgulayan hadiste (Buhârî, Ferâ***511;i***380;, 5, 7, 9, 10; Müslim, Ferâ***511;i***380;, 2-4; Ebû Dâvûd, Ferâ***511;i***380;, 7) veya Halife Ömerin mirasçıların paylarında arttırma yapılamayacağını ifade eden sözünde (Ebû Dâvûd, Ferâ***511;i***380;, 5) ferâiz kelimesi miras payları anlamında kullanılmıştır. Ferâiz öğrenin ve öğretin, çünkü ferâiz ilmin yarısı olup unutulacaktır. Ümmetimden çekilip alınacak ilk ilim de odur (İbn Mâce, Ferâ***511;i***380;, I; Şevkânî, VI, 61; Muttak***299; el-Hindî, X, 166); Kuranı ve ferâizi öğrenin ve insanlara da öğretin. Ben aranızdan ayrılacağım gibi ilim de bir gün ortadan kalkacaktır. Öyle bir zaman gelecek ki iki kişi bir farîzada ve dinî bir meselede anlaşmazlığa düşecek de aralarında hüküm verecek birini bulamayacaktır (Tirmizî, Ferâ***511;i***380;, 2; Şevkânî, VI, 61) meâlindeki hadislerde veya bazı sahâbîlerin belli alanlardaki üstünlüklerini, bu arada Zeyd b. Sabitin ashap içinde ferâizi en iyi bilen kimse olduğunu belirten hadiste (a.g.e., VI, 61) geçen ferâiz kelimeleriyle İslâm âlimlerinin ağırlıklı görüşüne göre mirasın paylaşımını konu alan ilim dalı kastedilmiştir. Bu hadislerin bir kısmı rivayet tekniği bakımından zayıf hadis grubunda yer almakla birlikte sonraki dönemde oluşan fıkıh literatüründe ittifakla kabul görmüş, ferâiz ilim dalının önemi ve ferâiz teriminin benimsenmesi bu rivayetlere dayandırılmıştır.
Her ne kadar İbn Haldûn ile birlikte bazı İslâm âlimleri, yukarıda zikredilen hadislerde geçen ferâiz kelimelerinin miras da dahil olmak üzere ibâdât ve muamelât konusundaki teklifî-dinî hüküm ve görevler anlamında kullanıldığını, ferâizi bilmenin ilmin yarısı olduğu ifadesinin de ancak bu takdirde doğru sayılacağını, İslâm miras hukuku ilim dalı ve bunun terimlerinin daha sonra oluştuğunu, hadislerdeki ferâiz kelimesine bu son anlamı yüklemenin bir zorlama olacağını ileri sürmüşlerse de (el-***510;İber, I, 377; Abdülhay el-Kettânî, III, 118-120), hadislerde ve sahâbe sözlerinde geçen bütün farîza-ferâiz kelimelerine dinî farzlar ve görevler anlamının verilmesi de mümkün görünmemektedir. Nitekim Hz. Ömer, Ebû Mûsâ el-Eşarî, Abdullah b. Mesûd başta olmak üzere birçok sahâbîden ve tabiîn âlimlerinden nakledilen ve Kuran, Sünnet, haccın menâsiki ve talâkın yanı sıra ferâizi de öğrenmenin önemini vurgulayan rivayetler mevcuttur (Dârimî, Ferâ***511;i***380;, I; Abdülhay el-Kettânî, III, 115-120). Öte yandan mirasçıların payları, hakları ve öncelikleri Kuran ve Sünnette ayrıntılı olarak belirtildiği, İslâm öncesi döneme göre bu alanda önemli değişiklikler yapıldığı ve mirasçıların haklarının belirlenmesi ve paylarının hesaplanması belli seviyede ensâb* ve matematik bilgisini gerektirdiği için ferâiz ilminin Hz. Peygamber döneminde zorunlu olarak doğduğu, ferâizin terim anlamını da yine bu dönemde kazandığı şeklindeki yaygın görüş daha isabetli görünmektedir. Nitekim Ebû Bekir İbnül-Arabî de, İlim üçtür: