Kişisel Hayata dair ne varsa...

Eylül Başak

Administrator
Yönetici
Adminiçe
31 Mar 2020
18,192
86,238
Mutluluğun Peşinden Gitmek

500 kişi bir seminerdeydi. Birden konuşmacı durdu ve bir grup çalışması yapmaya karar verdi. Herkese bir balon vererek başladı. Herkes gazlı kalemle balonuna adını yazmalıydı. Sonra bütün balonlar toplandı ve bir odaya kapatıldı.
Katılımcılar odaya alındı ve 5 dakika içinde üzerine isimlerini yazdıkları balonu bulmaları söylendi. Herkes deli gibi kendi adını aramaya başladı, insanlar çarpıştılar, bir birlerini ittirdiler, tamamen bir kaos ortamı oluştu.
5 dakikanın sonunda kimse kendi balonunu bulamamıştı.
Konuşmacı bu sefer herkesin bir balon almasını ve üzerinde adı yazan kişiye o balonu vermesini söyledi. Bir kaç dakika içinde herkes kendi balonuna kavuşmuştu.
Konuşmacı dedi ki: “Yaşamımızda bunu görüyoruz. Herkes deli gibi mutluluğu arıyor ve nerede olduğunu bilmiyor. Bizim mutluluğumuz başkalarının mutluluğunda gizlidir. Onlara mutluluk verin; sizinki size gelir. Ve insanların yaşam amacı da budur…mutluluğun peşinden gitmek.”

Tiffany Moore
 

Eylül Başak

Administrator
Yönetici
Adminiçe
31 Mar 2020
18,192
86,238
Eski bir bakandan bir konferansta konuşma yapması istenmişti.
Elinde kağıt kahve bardağı ile kürsüye çıktı ve konuşmasına başladı.
Ama kafasının başka yerde olduğu sanki anlaşılıyordu.
Daha bir iki cümle söylemiş iken durdu, kahve bardağından bir yudum aldı ve sonra bir süre bardağı kaldırıp baktı.

Derin bir nefes aldı ve ;
“Biliyor musunuz ne düşünüyorum? " diye sordu,
"Bu konferansta geçen yıl da, hem de aynı kürsüde konuşmuştum.
Tek bir fark vardı ; o zaman hala bakanlık görevim sürüyordu.
Buraya gelirken bana business class bileti alınmıştı,
hava alanında beni bir limuzin ve eskort araba bekliyordu.
Beni önce bir otele götürmüşlerdi.
Otel müdürü beni otelin kapısında karşılamış ve kral dairesine çıkarmıştı.
Ertesi sabah lobide benim odadan inişimi bekleyen bir heyet vardı.
Beni yine aynı limuzinle bu salona getirmişlerdi.
Özel bir kapıdan içeri almışlardı.
Çok şık bir bekleme odasında konferansı beklerken porselen bir kapta kahve ikram etmişlerdi.

Sonra da beni salona aldılar ve en ön sırada ayrılan yerime geçmiştim."

Eski bakan derin bir nefes aldı,
seyircilere gülerek bir süre baktı ve devam etti
"Fakat bu yıl karşınızda bir bakan olarak bulunmuyorum."
bir an durdu ve sonra
" Dün buraya kendi ödediğim uçak bileti ile uçtum.
Beni hava alanında kimse karşılamadı.
Otele taksi ile geldim.
Kendi odama kendim çıktım.
Bu sabah buraya otelden yine taksi ile geldim.
Kapıdan girerken güvenlikten geçtim, hüviyetimi alıp listede olduğuma emin olmadan salona almadılar bile.

Sonra da bulabildiğim yerde oturdum.
Canım kahve istedi ve görevliye sordum ;
bana dışarıda kahve makinesi olduğunu söyledi.
Ben de çıktım ve şu gördüğünüz kağıt bardağa kahveyi kendim doldurdum."
Seyirci gülmeye başlamıştı.
"Sanıyorum geçen yıl
porselen bardak bana sunulmamıştı.
Makamıma sunulmuştu.
Benim asıl bardağım işte bu."
Konuşmanın bu noktasında gülüp alkışlayan seyircilere kahve bardağını kaldırıp gösterdi.
Alkışlar bitince de şunları söyledi ;
"Size verebileceğim en iyi ders bu işte.
Bütün o övgüler,
hizmetler,
avantajlar rütbeniz,
rolünüz,
makamınız içindir.
Size ait değildir.
Ve bir gün makamınızı görevinizi bitirdiğinizde
porselen bardağınızı halefinize verirler.
Çünkü aslında hep layık olduğunuz kağıt bardaktır...

"Kişiliğini makamdan alanlar, makamdan sonra kişiliksiz kalırlar".
 

Eylül Başak

Administrator
Yönetici
Adminiçe
31 Mar 2020
18,192
86,238
Yeteri Kadar Canın Yanıyor mu ???

Genç bir adam yolda yürürken kaldırımda yatan bir köpek görmüş, köpek sanki ağlıyormuş gibi sesler çıkarıyormuş.

İyice yaklaşınca köpeğin çivili bir tahtanın üzerine yattığını görmüş, çivi köpeğin tam karnına batıyormuş…

Hemen orada duran yaşlı adama sormuş,
-Amca bu köpek ağlıyor mu?
-Evet, demiş yaşlı adam, öyle gözüküyor,
-Neden? diye sormuş genç adam,
-Görmüyor musun demiş Yaşlı adam, çivili tahtanın üzerine yatmış, çivi batıyor herhalde.
-Peki o zaman neden kalkmıyor?

Yaşlı adamın cevabı çok anlamlıymış:

-Yerinden kaldıracak kadar acıtmıyor demek ki…

*****

Eğer şu anda hayatınızda bir sorun veya değiştirmek istediğiniz bir durum varsa ve hiç bir şey yapmıyorsanız iki ihtimal vardır:

Ya o çivi sizi yattığınız yerden kaldıracak kadar acıtmıyordur ya da batan çivinin acısı henüz değişim korkunuzun acısını geçmemiştir.

O çivi insana bazen öyle sert batar ki insan en olumsuz en imkansız durumlarda bile birden bire yerinden fırlar ve kendine yepyeni bir dünya kurar…
 

Eylül Başak

Administrator
Yönetici
Adminiçe
31 Mar 2020
18,192
86,238
Doğru Yerde Olmak...

Baba oğluna dedi ki: Üniversiteden üstün başarı ile mezun oldun oğlum, işte yıllar önce senin için alıp garajda sakladığım arabanın anahtarları burada…
IMG_20210528_144150.jpg
Ama sana vermeden önce onu şehir merkezindeki kullanılmış araç parkına götür ve onlara satmak istediğini söyle ve sana ne kadar teklif edeceklerini öğren.
Oğlu kullanılmış araba parkına gitti, babasına geri döndü ve dedi ki: ” Bana 1000 $ teklif ettiler çünkü araç çok yorgun görünüyormuş.”
Baba dedi ki: ” Şimdi onu piyasada satılığa çıkar.”
Oğlu piyasada sağa sola sordu ve babasına geri döndü ve dedi ki: ” Rehin dükkanı 100 $ teklif etti çünkü çok eski bir araba olduğunu söylediler.”
Baba bu kez oğlundan şehir merkezindeki araba kulübüne gidip klâsik araba satıcılarına arabayı göstermesini istedi. Oğlu arabayı kulübe götürdü, geri döndü ve babasına dedi ki:
Baba buna çok şaşıracaksın, kulüpteki bazı insanlar araba için 100.000 $ teklif etti, çünkü bu bir Nissan Skyline R34 müş.
Dünyada sadece 27 tane kalmış ve kolleksiyonerler bu araca çok değer veriyormuş. Baba oğluna dönüp dedi ki: ” Doğru yerin seni doğru şekilde değerlendireceğini görmeni istedim.“...
Takdir edilmiyorsan sakın üzülme, bu sadece yanlış yerde ve yanlış insanların arasında olduğun anlamına gelir.Değerini bilen, seni anlayan ve fikirlerine önem veren kişiler varsa doğru yerdesin demektir, asla kimsenin değerini anlayamadığı bir yerde gereğinden fazla zaman geçirme…
 

Eylül Başak

Administrator
Yönetici
Adminiçe
31 Mar 2020
18,192
86,238
Kavanozu Sallayan Kim?

Teoriye göre, gidin çölden 100 tane kırmızı ateş karıncası yakalayın. Daha sonra bir başka topraktan 100 tane bildiğimiz siyah karıncayı alın ve bunların hepsini bir kavanozun içine koyun. İlk başta hiç birşey olmayacaktır.
Daha sonra kavanozu elinize alın, oldukça şiddetli bir şekilde sallayın ve tekrar yerine koyun. Kavanozun içinde bir anda karıncaların birbirlerini öldürmek için savaştığı bir kaos ortamı göreceksiniz.
Kırmızı karınca bunu yapan düşmanın siyah karıncalar olduğunu düşünürken, siyah karıncalar bu kaosun nedeni olarak kırmızı karıncaları görmektedir. Oysa çok iyi bildiğiniz üzere kaosun asıl nedeni sizin ellerinizdir.
Bu teoriyi çok sevdim ve bu konu üzerine epeyce düşündüm.
Geçmişten bugüne baktığımızda yaşanan tüm kötülükler, savaşlar, soykırımlar, ırk ayrımcılıklarının hepsinin temelinde bu teori var. Birileri bizi olmak istemediğimiz bir kavanozun içine koyup güzelce sallayıp, amacına ulaşmış olmanın verdiği müthiş bir hazla kahvesini yudumlarken biz birbirimizi linç etmekle meşguluz.
Önce hepimizin aynı fikirde olması, aynı şeylere inanması gerektiği algısı yaratıldı. Sonrasın da ise bizimle aynı fikirde olmayanları linç etmemiz gerektiği empoze edildi. insan evladının bu zaafını bilen yine insan!
Kaosun oluşumunu isteyenler, at gözlüğü takanlar, piyon görevini üstlenmiş günü birlik çıkar ve menfaatleri dışında hiç bir şey düşünmeyen milyonlarca insan var edildi.
İnsanız elbette farkındalık içinde, farkında olarak iyi ve güzel olan her şeyin çoğalması için taraf olmalıyız. Kötü ve çirkin olan her şeyin azalması, bitmesi yok olması içinde mücadele etmeliyiz. Bu farkındalık seviyesiyle hareket ederken şartlar ne olursa olsun etik değerleri, insan olduğumuzu ve gerçekleri bir an olsun unutmadan aklımızla ve vicdanımızla hareket etmeyi unutmamalıyız. Manevi kavramlardan soyutlanıp sıyrılmadan, kanun nizam, nezaket ve zarafetten ödün vermeden 'İNSANCA' ahlak, disiplin ve aklın emrettiği tüm doğrulardan uzaklaşmadan hayatı bu şekilde kavrayıp yaşamalıyız.
O nedenle günümüzde gerek sosyal medya aracılığıyla gerekse de başka ortamlarda normalde hiç tanımadığınız insanlarla tartışacak yada kavga edecek bir duruma geldiğinizde kendnize hep şu soruyu sorun lütfen, 'kavanozu sallayan kim?'...
 
  • Beğen
Tepkiler: Çimen ve Ofelya

Eylül Başak

Administrator
Yönetici
Adminiçe
31 Mar 2020
18,192
86,238
Screenshot_20211224-065602_Google.jpg
Hayat Anlaşıldığımız Kadardır
Bir insanı tanımak için ne gerekiyor sizce? En sevdiği yemeği, filmi ya da rengi bilmek mi? Tabii ki hayır. Yan yana olduğu hâlde birbirini tanımayan o kadar çok insan var ki. İnsanları genel anlamda tanıyabilmek bir meziyet ama hayatımızda olan insanları tanıyabilmek başlı başına bir meziyet. Belki insanları genel anlamda tanıma konusunda çok meziyetli olmayabilirsiniz ama sevdiğiniz insanları tanımak için bu meziyete sahip olmak durumundasınız. Samimi bir iletişimin yolu buradan geçiyor. Çünkü bir insanı gerçek anlamda tanımak onu anlamaktır.
Örneğin ben arkadaşlarımın çoğunun en sevdiği yemeği, rengi ya da filmi bilmem. Fakat hepsinin hassas noktasını, onları mutlu ve mutsuz eden şeyleri ve bunun gibi pek çok şeyi bilirim. Bazen onların aklından geçen şeyleri onlar söylemese bile anlarım. Hayat anlaşıldığımız kadardır. İnsanları anlamak, tanımak benim için çok önemli. Çünkü hayatın anlamının burada gizli olduğunu düşünüyorum.

Bir insanın ifade edebildiği ya da edemediği çoğu şeyde bir anlam gizli. İnsanları gözlemlemek çok zevk aldığım bir şeydir. Çoğu zaman insanların ifade ettiği ya da etmediği belki de edemediği çoğu şeyden bir şeyler öğreniyorum ben. İnsanların bakışlarında, duruşlarında, inançlarında bazen kendime dair bir şeyler buluyorum.

İnsanın sevdiği filmler, müzikler, renkler değişir. Örneğin geçen gün en sevdiğim rengin mavi olduğuna karar verdim ama önceden beyaz renk olduğunu düşünüyordum. Birkaç yılda bir en sevdiğim renk değişir. Hadi diyelim değişmedi, en sevdiğim rengin bilinmesi hayatıma ne katabilir ki? Bazen bir arkadaşımla dertleşirken ben kendimi anlayamazken onun beni anladığını görürüm. İşte hayatıma anlam katan şey budur. Yani o arkadaşım en sevdiğim rengi bilse ne bilmese ne. Ara sıra olur ya hani, insan kendini ifade edebilecek kelimeleri bulamaz, eğer etrafınızda o kelimeleri sizin yerinize bulabilen bir kişi bile varsa dünyanın en şanslı insanlarından birisiniz.

Hayat anlaşıldığımız kadardır diyorum ya, işte bu yüzden. Çünkü bazen kendinizi ifade edebilecek en doğru kelimeleri seçseniz bile karşınızda sizi duymak, anlamak istemeyen biri varsa asla kazanamayacağınız bir mücadele veriyorsunuz demektir. Bir gün sizi anlamak istemeyen insanlar için kelimelerinizi israf etmeyi bırakacaksınız çünkü bundan başka bir çareniz olmadığını göreceksiniz.

Ben şuna inanıyorum, hayat, bizi anlaması için çaba harcamadığımız hâlde bizi anlayan insanlarla güzel. Mutsuzuz çünkü bizi tanımak, anlamak istemeyen insanlarla bir hayat yaşamaya çalışıyoruz. Onlar bizi anlamadıkça biz de kendimizi anlamamaya başlıyoruz.

Sonrası mutsuzluk döngüsü. O döngüyü kırmak için gerekense vazgeçmek. Belki bir arkadaştan, belki bir sevgiliden belki de bir aile bireyinden. Tabii aile bireyini hayatınızdan çıkarmanız mümkün olmayabilir ama anlaşılmak adına verdiğiniz mücadeleden yine de vazgeçebilirsiniz. Uzun lafı kısası, hayat anlaşıldığınız kadardır, iyisi mi siz eğer imkânınız varsa anlaşılmadığınızı hissettiğiniz yerden arkanıza bakmadan kaçın.
 

Eylül Başak

Administrator
Yönetici
Adminiçe
31 Mar 2020
18,192
86,238
IMG_20220103_191516.jpg

Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar. İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.

Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki, suya aşık olmuştur.

İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, "Sırf senin hatırın için ey su" diye...

Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı bir şeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.


Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek acaba "Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.

Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.

Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der.

Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.

Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.

Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine... Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben, gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu ümitsiz artık elimizden bir şey gelmez."

Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum... Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.

Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek yetmemektedir...

Seven, sevdiğine sevdiğini söylesin...
 
  • Beğen
Tepkiler: Çimen

Eylül Başak

Administrator
Yönetici
Adminiçe
31 Mar 2020
18,192
86,238
Yük ve yol
Eski zamanlardı. Yolların olmadığı zamanlar... Demek ki fakirdi bizim gibi çoğunluk, bu nedenle taşınacak yüklere talip olacak hamallar bulmak zor olmuyordu......

Eski zamanlardı. Yolların olmadığı zamanlar... Demek ki fakirdi bizim gibi çoğunluk, bu nedenle taşınacak yüklere talip olacak hamallar bulmak zor olmuyordu... Hamal isen iki şey önemli oluyor senin için: Yük ve yol...

Ancak sırtına aldığın yükle bu mesafeyi aşabilirsen, ücret mevzu bahis oluyor. Aksi olursa, cereme çekiyorsun! Bunu düşünüyordum, yanımdaki hamalla yola çıkarken, ihtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece, onunkinin çeyreği... Diyordum ki içimden: "Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları, yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!" Nitekim çok geçmeden dedi ki: "Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!.. "Ne molası, dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim!. . "Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini: "Sen de dinlen hadi" dedi. Benim canım sıkılmıştı bu işe.

Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu, bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar, bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken, ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum. Bir saat kadar sonra yine durdu, oturdu, dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında... "Yükünü indirip sen de dinlen", demesine aldırmadım, ona daha çok kızdım... Sonra yine durdu. Bana da "dinlenmemi" söyledi yine ama dinlenmedim.

Yarım saat sonra "dinlenelim mi" diye sordu, aksi aksi başımı salladım... Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum, birden bire dizlerimin bağı çözüldü. Kafamın içinde uçuşan karasinekler sustu, çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim. Uyumuştum da uyandım mı, yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım... Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı. Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim. Sonra koluma girerek; "Hadi kalk, dedi. Bana yas-lan. Ağır ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz." Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım, ama asıl anlattıkları iyi geldi bana.

"Ben yılların hamalıyım, dedi. Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu, dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda... Yolda gördüğümüz saçılmış kuru kemiklerin çoğu, anlattığım bu insanlara ait... Halbuki bir yükü "taşımak" bizim işimiz, "altında ezilmek" değil!.. Unutma ki bir yük taşıdıkça ağırlaşır. Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun! Belki günün birinde hamallığın şekli değişir. Belki o günleri ben göremem… Ama sen kavuşursan o zamanlara, aman ha, kafanın içinde de sakın yük taşıma... Akşamları bırak ve hafifle... Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü.

Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak, bugünün altında yok olmak değil. Çünkü yarınlarda bizi bekleyenler var, taşıdıklarımızı bekleyenler var... Gerçek şu ki, hepimiz şu kısacık hayatın hırsla koşuşturan, bilinçsiz hamallarıyız. Herkesin yükü ağırdır kendince. Bari akşamları yüklerinizi indirin omuzlarınızdan. Hafifleyerek gidin evinize. Gülümseyerek girin kapıdan içeri. Sabaha, elbette daha kolay bulacaksınız ayağa kalkıp yükünüzü sırtlanacak o gücü! Yüklerimizi en doğru şekilde taşımak ve hayatın güçlükleri altında ezilmemek dileğiyle…
 

Eylül Başak

Administrator
Yönetici
Adminiçe
31 Mar 2020
18,192
86,238
KARINCA VE ASLANIN HİKAYESİ
IMG_20220423_143452.jpg

Küçük bir Karınca her sabah erkenden işine gelir ve neşe içinde çalışmaya başlardı… Çok çalışır… Çok üretir... Ve bunları keyif içinde yapardı. Patronu Aslan, Karınca’nın başında yöneticisi olmadan kendiliğinden bu kadar hevesle çalışmasına çok şaşırırdı. Bir gün karlılığı ve verimliliği arttırmak için aklına parlak bir fikir geldi. Eğer Karınca, başında bir yönetici bile olmadan bu kadar üretken olabiliyorsa, bir de başarılı bir yöneticisi olsa neler yapardı.

Bunun üzerine, müthiş bir yöneticilik kariyeri olan ve yazdığı raporlarla ünlü Hamamböceği’ni işe aldı. Hamamböceği işe öncelikle bir saat alarak başladı. Böylece Karınca’nın çalıştığı saatleri tam olarak ölçebilecekti. İş saatlerinde gevşekliğe müsaade etmeyecekti. Elbette raporlarını düzenleyecek bir sekretere de ihtiyacı olacaktı.

Bu nedenle; hem telefon trafiğini yönetmek ve hem de arşiv işleri için Örümcek’i işe aldı. Aslan, gelişmelerden çok memnundu. Hamamböceği’nin hazırladığı raporlar gerçekten harikaydı. Hatta ondan üretim hızını ölçen ve karlılığı analiz eden renkli grafikler de hazırlamasını istedi. Böylece bu raporları ortaklarına sunum yaparken kullanabilecekti. Hamamböceği, bu raporları üretebilmek için yeni bir bilgisayara ve donanıma ihtiyaç duydu. Artık artan ekipmanlar için de bir bilgi işlem departmanı oluşturmanın zamanı gelmişti.

Bu işleri idare etmek için Sinek’i işe aldı.Bir zamanlar mutlu, üretken ve rahat olan Karınca bu yeni toplantı düzeninden ve evrak işlerinden yılmıştı. Zamanın büyük bir kısmını sorulan soruları cevaplamak ve evrak işleri yapmakla geçiyordu. Aslan, Karınca’nın bölümünün giderek büyümesinden memnundu. Bölümü daha da büyütmek üzere bir üst yöneticiye ihtiyaç olduğunu düşündü.

Bölüm başkanı olarak başarıları ile ünlü Ağustosböceği’ni işe aldı. Kendi rahatına ve keyfine düşkün Ağustosböceği’nin ilk icraatı ofisi rahat edebileceği yeni mobilyalarla döşemek oldu. Tabii ki kendisinin yeni bir bilgisayara, bütçe kontrol ve stratejik verimlilik planı hazırlanması için kişisel bir yardımcıya ihtiyacı vardı. Bunun üzerine eski işyerindeki yardımcısını işe aldı.

Karınca’nın çalıştığı yer giderek kimsenin gülmediği, neşesiz ve mutsuz bir mekana dönüşmüştü. Ağustosböceği, patronu Aslan’ı ortamın ruh halini değiştirecek bir çalışma yapılması gerektiğine ikna etti. Bunun üzerine, Karınca’nın bölümünde olup bitenleri gözden geçiren Aslan, üretimin ve karlılığın dramatik bir şekilde düştüğünü farketti. Hemen, son derece itibarlı ve iyi tanınmış bir Danışman olan Baykuş’u sorunu çözmesi için işe aldı.

Baykuş, Karınca’nın departmanında 3 ay geçirdi. Bu hummalı çalışmanın ardından ciltlerce süren muhteşem bir rapor yazdı. Raporun sonucu şuydu: “Departmanda aşırı istihdam vardı”. Aslan, raporu inceledikten sonra dramatik bir karar verdi. Ve, elbette, ilk olarak negatif tavırlarıyla dikkat çeken, mutsuz ve çalışma isteğini kaybetmiş olan Karınca’yı işten çıkardı....

Ne kadar verimli olursanız olun. Eğer hiçbir icraatı olmayan ve lafla peynir gemisi yürüten insanlar ile birlikte çalışıyorsanız, ne emeğinizin ne de çabanızın hiçbir anlamı yoktur. Her halükarda kaybeden SİZ olursunuz...
 

Son mesajlar