İSLAM DAVASININ NEFERİ MEHMED AKİF ERSOY 0
İstiklal Marşını yazan, Kuran şairi ya da Vatan şairi olarak anılan Mehmed Akif Ersoy, 27 Aralık 1936da hakka yürüdü. Cenazesinde ise yalnızca çok sevdiği milleti vardı Mehmed Akifin ibretlik hayat hikâyesini sizler için derledik.
Gerek Milli Mücadele döneminde gerekse sonrasında sürekli milletin yanında olan Mehmed Akif, cumhuriyetin kurulmasından sonra yeni rejimi kuranlarla fikir ayrılıklarından dolayı 1925 yılında Mısıra gitmek zorunda kalmıştı. Mısırdayken memleketinden ayrı kalmanın hüznüyle hastalanmış, 1936da Türkiyeye dönmüştü. Döndükten altı ay sonra, 27 Aralık 1936da vefat etmişti.
CENAZESİNDE YALNIZCA MİLLET VARDI
Kurtuluş Savaşı sürecinde yazdığı yazılar ve camilerde verdiği hutbeler ile halkın duygularını coşturan Mehmet Akif, Milli Mücadeleye önemli katkılarda bulunmuş I. Mecliste Milletvekili olarak da görev yapmıştır. Mehmet Akif Ersoy yazdığı İstiklal Marşı ile de milletimizin yazdığı destanı şiirleştirmiş yine onu asıl sahibine yani millete armağan etmiştir.
Kurtuluş Savaşının ardından yeni kurulan rejim ile fikir ayrılıklarından dolayı 1925 yılında Mısıra giden Mehmet Akif Ersoy, 1936 yılına kadar Mısırda bulunmuştur. Mısırda bulunduğu sürede üniversitede edebiyat dersleri de veren Akif, ülkesinden ayrı kalmanın verdiği üzüntünün de etkisiyle hastalanmış ardından 17 Haziran 1936 tarihinde Türkiyeye dönmüştür. Mehmet Akif Ersoy rahatsızlığı ilerleyince tedavi görmeye başlamıştır. İstanbulda bulunduğu süre içinde eski dostları, sevenleri tarafından sık sık ziyaret edilen Mehmet Akif, 27 Aralık 1936 tarihinde Beyoğlundaki Mısır Apartmanında kaldığı dairede hayatını kaybetti. Gazeteler ertesi günü Akifin vefat haberini verdiler.
Mehmet Akif Ersoyun vefatı ülkede büyük bir üzüntüye sebep oldu. Beyazıd Camisinde yapılan cenaze törenine onu seven binlerce genç ve dostları katıldı. Yapılan cenaze törenine resmi kişilerden ve kuruluşlardan katılan hiç kimse olmadı. Mehmet Akifin cenaze törenine bir hukuk fakültesi öğrencisi iken katılan Prof. Dr. Sulhi Dönmezer 5 Ocak 1987 de Tercüman gazetesinde Akifin Cenaze Töreni başlıklı yazısında o günü şöyle anlatıyor:
O zamanların ülkemizde egemen tek partinin otoriter düzeni içinde kimse idare ile çelişkiye düşmek istemediği için basında Mehmet Akifin yurda dönüşü ve hastalığının seyri hakkında pek fazla haber yayınlanmazdı . Bizler alana geldiğimizde, namaz saatinin yaklaşmış bulunmasına rağmen bir tabuta rastlamadık, hep birlikte bekliyoruz. Birden lokantanın ön kısmını bir cenaze otomobilinin geldiğini gördük, iki kişi üzerine örtü dahi konmamış bir tabutu indirdiler. Yoksul bir fakirin cenazesinin getirildiğini düşünerek bir kısım arkadaşlar yardıma teşebbüs ettiler. Fakat tabutun Mehmet Akife ait bulunduğu anlaşılınca bir anda yüzlerce genç ağlamaya başladı. Gençler hemen Emin Efendi Lokantasının bayrağını alarak tabutun üstüne örttüler. Sonra merhumun bir kısım arkadaşları gelmeye başladı ama ne vali, ne belediye reisi ve ne de tek partinin zimamdarlarından hiç kimse ortalarda yoktu.
Ülkenin bağımsızlık mücadelesinde sembol isimlerden biri ve yazdığı İstiklal Marşı ile milletin gönlünde önemli bir yer etmiş olan bu saygıdeğer insana yapılan bu haksızlık tek partili rejimin de milletten ne ölçüde uzaklaşmış olduğunu göstermiştir.
MEHMET AKİF ERSOY KİMDİR?
Şair, fikir ve mücadele adamı Mehmed Âkif, Fâtihte, Sarıgüzel mahallesinde mütevazı bir evde 1873te doğdu. Fatih Medre*sesi müderrislerinden Mehmed Tahir Efendinin oğludur.
Babası, Arnavutlukta ipek kasabası Suşisa köyünden İstanbula gelip, Yozgatlı Hacı Mehmed Efendiden icazet aldı. Annesi Buharalı bir aileye mensup. Mehmed Âkif, bu anne ve babadan İstanbulun Fatih semtinde, Sarıgüzel mahalle*sinde doğdu. Ebced hesabıyla doğum yılını veren Ragif (H. 1290) kelimesi babası tarafından ad olarak verildi. Bu ad yay*gın ve bilinir olmadığından Âkif şeklinde söylendi ve bu isimle tanındı.
Dört yaşındayken Emir Buharı Mahalle Mektebine başla*dı, İptidaî (ilk) öğreniminden sonra Fatih Merkez Rüşdiyesi ve Mekteb-i Mülkiyenin idadî (lise) kısmını bitirdi. Mülkiyenin âlî (yüksek) kısmına geçmişken, aynı yıl babası öldü ve Sarıgüzeldeki evleri yandı (1887-88). Bu yüzden yeni açı*lan yatılı Halkalı Mülkiye Baytar Mektebine geçti. Şiirle ilgi*si bu mektepte başladı.
ÂKİFİN RESMİ HAYATI
Baytar Mektebini birincilikle bitiren (1893) Mehmed Âkif, Umûr-ı Baytarîye ve Islâh-ı Hayvanât Umum Müfettiş Mu*avinliğine tayin edildi.
Kendi ifadesine göre, üç-dört yıl Ru*meli, Anadolu ve Arabistanda bulaşıcı hayvan hastalıkları*nın tedavisi için dolaştı. Edirnede baytar müfettişi, Ada*nada vilayet baytarı olarak bulundu.
Bu arada İsmet Hanımla evlendi (1898). Halkalı Ziraat Mektebi (1906) ve Çiftçilik Makinist Mektebi (1907)nde hocalık yaptı. Darülfünun Edebiyat-ı Osmaniye Müderrisliğine tayin edildi (11 Kasım 1908). Ziraat Nezaretinde son memurluğu Umûr-ı Baytariye Müdür Muavinliğidir. Balkan Savaşından sonra Ziraat Nezaretindeki vazifesinden aynı daireden bir kimseye yapılan haksızlığa kızarak istifa etti (11 Mayıs 1913).
1913 yılı sonun*da, İttihatçıların Sebilürreşadın yayınlarını tasvip etmemele*ri, bu derginin yöneticisi olan Mehmed Âkifin üniversitede ders vermesini eleştirmeleri üzerine Dârülfünûndan istifa et*ti. Yalnız Halkalı Mektebindeki vazifesi devam etti. Balkan Savaşının sonlarında kurulan Müdafaa-yı Millîye Heyeti Neşriyat Şubesine aza seçildi.
I. Dünya Savaşından önce Mısır ve Hicaza gitti (1914). Savaş sırasında Alman*yadaki Müslüman esirlerin durumunu görmek için Alman hükümetinin daveti üzerine, Teşkilât-ı Mahsusa (Osmanlı gizli teşkilâtı) aracılığı ile Berline gönderildi (1914). Aynı yıl Darül-Hilafetil-Aliye Medresesinin orta bölümünde Türkçe-edebiyat dersleri vermeye başladı. Gene Teşkilât-ı Mahsû*sa tarafından Necid Emiri İbnürreşide gönderildi. İbnürreşid, İngilizler tarafından Arap Kralı olarak ilân edilen Şerif Hüseyinin aksine Osmanlı Devletine bağlı idi. Mehmed Âkif 1918 Temmuzunda Mekke Emiri Şerif Haydar Paşanın davetlisi olarak Lübnanda iken Dârül-Hikmetil-İslâmiye Cemiyetinin başkâtipliğine tayin edildi ve gezi dönüşü vazi*feye başladı.
ŞİİR VE MÜCADELESİ
İzmirin işgalinden (14 Mayıs 1919) sonra, Batı Anado*luda yer yer beliren direnmeleri güçlendirmek için Balıke*sire gitti. Vaazlarla halkı irşada çalıştı. Balıkesir izlenimleri*ni Sebilürreşadda yayımladı. İstanbulun işgalinden sonra Anadoluda başlayan Millî Mücadeleye katılmak üzere hare*kete geçti. Nisan ortalarında İstanbuldan ayrıldı, muhteme*len 23 veya 24 Nisanda Ankaraya ulaştı.
Bu faaliyetlerinden ötürü, Darül-Hikmetil-İslâmiyedeki görevine son verildi (3 Mayıs 1920). TBMMye Burdur Milletvekili olarak katıldı (5 Haziran 1920). Konya isyanının bastırılması için bu vilayete gönderildi. Daha sonra Kastamonuya geçti. Burada Nasrullah Camiinde vaazlar verdi (meşhur hitabe 19 Kasım 1920). Buraya gelmiş bulunan Sebilürreşadın sahibi Eşref Ediple buluştu. Sebilürreşadı bir süre Kastamonuda yayımladı (1920 Kasım). Tekrar Ankaraya dönüp Tâceddin Dergâhına yerleşti. Bu sırada yazdığı şiir İstiklâl Marşı olarak kabul edil*di (12 Mart 1921). Şeriyye Vekâleti tarafından kurulan Telîfât-ı İslâmiye Heyetine seçildi (1922). Millî Mücadele netice*lendikten sonra İstanbula döndü (Mayıs 1923).
HAYAL KIRIKLIĞI VE SONRASI
İslâm dâvasının bir neferi olarak Türkiyenin kurtuluşu için çalışan Mehmed Âkif, üst kademe yöneticilerin Millî Mücadelenin başlangıçtaki amaçlarından uzak, tamamen ters yöndeki tavırları ile çelişti.
Bu yüzden 1923 Ekiminde Abbas Halim Paşa ile Mısıra gitti. Kışı orada geçirdikten son*ra baharda döndü. Bir kaç yıl kışları Mısırda, yazları Türki*yede geçirdi. Bu yıllarda ilk devrim hareketleri başlatılmış; Cumhuriyet idarecileri ülkenin ve toplumun İslâmiyetle bağ*larını koparmaya yönelik faaliyetlere girişmişlerdi. Mehmed Âkif 1926 kışından sonra memlekete dönmedi. Kahire civa*rında Hilvana yerleşti, Camiatül Mısriye Darülfünununda (Mısır Üniversitesi) Edebiyat-ı Türkiye (veya Türk dili) mü*derrisliği yaptı (1929-36). 1935te karaciğerinden rahatsızlan*dı ve Temmuz ayında hava değiştirmek için Lübnana gitti (Âliye yakınında Sûku1-garb köyü).
Bu sırada daha önce ya*kalandığı sıtma da ortaya çıktı. Bir süre Antakyaya da uğrayan Mehmed Âkif, sağlık durumu düzelmeden Mısıra dön*dü. Sıla hasreti iyice ağırlığını hissettiriyordu. Memleketine dönmeden Mısırda ölmekten korktu. 1936 yaz başlangıcında (17 Haziran) İstanbula geldi. Nişantaşı Sağlık Yurduna yatırıldı. Mısırda uzun süre kalanlarda görülen siroz (teşemmu-ı kebed)un tedavisi bura*dan zamanında uzaklaşamadığı için imkânsız hâle gelmişti. Sağlık yurdundan sonra bir süre Said Halim Paşanın oğlu Halim Bey tarafından Alemdağındaki Baltacı Çiftliğinde mi*safir edilen Mehmed Âkif, Beyoğlundaki Mısır Apartmanın*da vefat etti (14 Şevval 1355-27 Aralık 1936). Edirnekapı Mezarlığında Babanzâde Ahmed Naîm Efendinin yanına gö*müldü. Hükümet ve güdümlü basın cenazesine ilgi göster*medi. Yakın günlerde ölen ve edebiyatımızdaki yeri Mehmed Âkifle kıyaslanamayacak olan Samipaşazâde Sezaiye göste*rilen ilgi bile Mehmed Âkiften esirgendi. Resmî cenaze me*rasimi yapılmadı. Fakat millî şairi, İstiklâl Marşını bir mü*min ve millet mistiği olarak âbideleştiren bu mücahidi, mille*ti ve gençliği büyük bir cemaatle uğurladı.
Kahirede Mehmed Âkifin ders verdiği üniversitenin bir amfisine Mehmed Âkif Ersoy ismi verildiği haberi 2005 yılı sonunda gazeteler yansıdı (bk. Yeni Asya, 27.12.2005)
BİR MECBURİ ŞAİR DOĞUYOR
Doğduğu ve yetiştiği İstanbulun fakir Müslüman muhiti Mehmed Âkifin sonraki edebî şahsiyetinin şekillenmesinde rol oynayan belli başlı unsurlardandır. Ana tarafı Buharalı bir aileye dayanan Âkif, bu yönüyle Doğu İslâmlığı, Arnavut*luktan gelen babası tarafından da Batı İslâmlığı ve doğup büyüdüğü muhitle de Osmanlı merkezî İslâmlığının etkileri*ni taşır. Fatih semti özellikle Mehmed Âkifin çocukluk ve gençlik yıllarında Müslüman İstanbulun ilim merkezi duru*mundadır. Cami merkez olmak üzere yüksek seviyede eğitim-öğretim kurumları bu semtin çehresinin oluşmasında et*kili olmuştur. Mehmed Âkif, kendinden çok başkalarını, top*lumu düşünen, iyi ahlâklı, namuslu bir insan, örnek bir Müslüman olarak bu etkileşimlerin çocuğudur.
Ayrıca, resmî ve hususî tahsili onun bir hayat olarak yaşa*nan İslâmla birlikte Doğu ve Batı kültürleriyle de temasını sağladı. Mehmed Âkifin özel öğrenimi, babasından aldığı dinî bilgiler, Arapça ve akaitle başlar. Babası için hem babam hem hocam der. Fâtih Camii şiirinde babasının küçük yaş*larda elinden tutup Fatih Camiine götürdüğünü tasvir eder (Safahat, I).
Sekiz yaşında kadardım, babam gelin bu gece
Sizinle câmie gitsek çocuklar erkence
Giderseniz gelin amma namazda uslu durun
Meramınız yaramazlıksa işte ev, oturun!
Deyip alır da benimle kardeşimi
Daha sonra da Fatih Camii Baş imamı Arap Hocadan Kuranı hıfza (ezberlemeye) çalıştı. Selânikli Esad Dededen Farsça, Halis Efendiden Arapça okudu. Bu doğu dilleri yanın*da Baytar İbrahim Efendiden Fransızca öğrendi.
Mehmed Âkifin ilk şiir çalışmaları Baytar Mektebinde okuduğu yıllarda başlar. Yayımlanan ilk şiirleri Hazine-i Fünûn dergisindeki iki gazelle (1893-1894); Mektep Mecmuasındaki Kurana hitaptır (C. II, Mart 1311/1895). Meh*med Âkif de şiir duygusunun geliştiği bu yıllarda Edebiyat-ı cedidecilerin edebiyat anlayışı yaygınlaşıyordu. An*cak Âkifin eğilimi gelenekten yanadır. Bu yüzden ilk yaz*dığı dergilerden biri de gelenekçi ediplerin yer aldığı Resim*li gazetedir (1896). Gençlik şiirleri arasında bulunan Terci-i bendde Ziya Paşanın tesiri hissedilir. Asıl gelenekçi yönü*nü besleyen Mülkiyeden hocası olan Muallim Nacidir. Ge*lenekçiliğin o dönemdeki en önemli isimlerinden olan Mu*allim Naci, Batı tarzı yenilikçilerle gelenekçiler tartışmasında gelenekçilerin sözcüsü durumunda görünmüştür. Meh*med Âkif gelenekçi eğilimlerine rağmen, sonradan ilk gençliğinde yazdığı gazelleri nafile olarak nitelemiş ve gelenekçiliği, konu ve tarz olarak yenilikçi olmasını engel*lememiştir. Bu çerçevede üzerinde tesiri olanlardan biri de Abdülhak Hâmid (Tarhan)dir. Bu tesir 1908den sonraki şi*irlerinde hissedilmez. Gerçekte Mehmed Âkif, genç yaşta başladığı edebî faaliyetleri bırakıp on yıl süren bir bekleme devresine girer (1898-1908). Bu dönem, onun hayatın gerçeklerinden edindiği tecrübelerle hazırlandığı bir devre olarak değerlendirilmelidir.
Mehmed Âkifin şiir anlayışını etkileyen isimler arasında İranlı (Şirazlı) Hafız ve Sadi de vardır. 1898den itibaren Servet-i Fünûnda yayımladığı tercümeler arasında Hafızin şiir*leri de bulunur. Sadi ise, hikmetli hikâyeleri nazmetmesi ile Mehmed Âkifi etkiler.
1898de Resimli gazetede yayımlanan şiirlerinden biri Sa*didir. Bu Acem şairinden de tercümeleri vardır. Ayrıca bazı şiirlerinde Sadiden iktibaslara rastlanır. Servet-i Fünûnda ya*yımlanan bir ankete verdiği cevapta en çok tesirinde kaldığı edibin Sadi olduğunu belirtmiştir (1919). Batıdan tesirini ifa*de ettikleri ise Lamartine ve Alexandre Dumas Filsdir.
Mehmed Âkifin edebî ve fikrî hayatında dönüm noktası 1908 yılıdır. Bu yıl içinde Darülfünun Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine tayin olundu. Böylece edebiyatla uğraşması kolaylaştı. Ebülûlâ (Mardin) ile Eşref Edib (Fergan) tarafın*dan yayımlanmakta olan Sırât-ı müstakimde (VIII. C. den sonra 8 Mart 1912de Sebilür-reşâd adını aldı) yazmaya başla*dı. Bu dergide 1908de 29, 1909da 5, 1910da 7 şiiri yayımlan*dı. Bu şiirler arasında Küfe ve Seyfi Baba gibi ona geniş ün sağ*layanlar da vardır. Mehmed Âkif asıl edebiyatçı kişiliğini 1908den sonra bu dergide yayımladığı şiirlerle bulmuş, bil*hassa manzum hikayeleriyle dikkati çekmiştir.
Çocukluğundan beri hikâye ve masallara meraklı olan Mehmed Âkifin ilk okuduğu eserler arasında klasik bir aşk hikâyesi olan Leylâ ve Mecnûn (Fûzulî)un da olduğu bilini*yor. Edebî hayatının yeni başlangıç döneminde Edebiyat-ı Cedîdecilerin manzum hikâye modası yaygındı. Mehmed Âkif bu dönemde toplum hayatının çeşitli kesimlerinden çıkardı*ğı konuları canlı ve ilgi uyandırıcı bir şekilde işledi. Hikâye*lerin konularını sosyal olaylardan, hayatından ve İslâm tarihinden almış, bazı seyahatlerini de manzum olarak hikâye et*miştir.
ŞİİR VE FİKİR
Mehmed Âkifin edebî şahsiyeti fikir adamlığı yönü ile bütünlenir. Edebî bazı sohbet yazıları dışında, bütün nesirle¬rinde ve şiirlerinde belli bir fikrin takipçisi oldu. Diğer çalış¬maları dikkate alınmadan da, yalnız şiirleriyle, fikir adamlığı yönünü ortaya koymak mümkündür. (Şiiri bir mücadele ara¬cı olarak kullanırken, Batıcılığın belli başlı simalarından Tevfik Fikretle hayli sert bir münakaşaya girmekten de kaçınma¬dı. Bu münakaşanın yankıları sürekli olmuştur.)
XIX. asrın ikinci yarısında dünyada cereyan eden olaylar karşısında hem kendiliğinden oluşan bir halk şuuru ve hem de İslâm ül¬kelerinde daha çok entelektüel planda bir hareket olarak baş¬layan İslâmcılık, Mehmed Âkifin şahsında kuvvetli popüler temsilcilerinden birini bulmuştur. Cemâleddin Afganî (1838-1897), Muhammed Abduh (1848-1905) ve Abdürreşid İbra¬him (Safahatın II. kitabı Süleymaniye kürsüsündenin kahra¬manı, 1853-1944) bu hareketin ilk önemli isimlerindendir. Ce¬mâleddin Afganî ve Muhammed Abduh, Pariste el-Urvetül-vüskâ (Çözülmez bağ, Sağlam kulp) adlı İslâm âleminde anti-emperyalist eğilimler doğuran bir dergi yayımladılar (1884, 18 sayı).
ASRIN İDRAKİ VE İSLAM
Batıda gelişen teknolojinin gerisinde kalan İslâm toplu*luklarının önce iktisadî, sonra siyasî ve içtimaî bozulmaya uğramaları aydınların başlıca meselesi oldu. Bir kısım ay*dınlar hâlihazır Batı medeniyeti ve kültürünün tamamen taklit yolunu benimserken, İslamcılar, Batının ilmini, tekno*lojisini nakletmek ve fakat manevî-kültürel değerlerde İslâm kaynaklarına sadakati savundular. Müslümanların ge*rileme sebepleri arasında İslâmiyetten uzaklaşma ve İslâmiyeti yanlış anlamanın rolü üzerinde durdular. Cemâleddin Afganîye göre, Müslümanlar İslâmiyeti kaybetmişlerdir. Din yerine hurafeleri koymuş ve bunu İslâmiyet olarak ad*landırmışlardır. Muhammed Abduh, Müslümanların bu durumdan kurtulabilmeleri için dinin asıl kaynağına, Kuran ve sünnete dönmekten başka çare olmadığını belir*tir, İslamcılar siyasî plânda da bütün Müslümanların siyasî bir birlik olmaları gerektiği görüşündedirler. Mehmed Âkif bu temel ilkeleri şiirlerinde ve yazılarında sürekli olarak işledi.
FİKİR VE MÜCADELESİ
İslâm birliğinin savunucusu olan Mehmed Âkif, XIX. asrın ikinci yarısında başlayan Osmanlı Devleti içindeki Müslüman toplulukların ayrılıkçı hareketlerine karşı çıktı. 1908den ve özellikle de Balkan Savaşından sonra Türk aydınlan arasında Türkçülük yaygınlaşmaya başladı. Sebilürreşâd etrafın*da toplanan İslamcılar, Ziya Gökalp gibi Türkçüleri İslâmiyetin men ettiği kavmiyetçilikle suçladılar. Ancak bir süre sonra Sebilürreşâd kadrosu da ikiye ayrıldı. Âkif bu dönemde İslâmcılık görüşünü temellendirmek için âyet ve hadisleri yo*rumlayarak şiir ve nesirler ortaya koydu. Tercümeler yaptı. Tercümelerinin çoğu Şeyh Şiblî, Ferid Vecdî, Abdülaziz Çaviş ve Muhammed Abduh gibi çağdaş İslâm düşünürlerindendir.
Mehmed Âkif, bu asrın başında hızla gelişen birçok ola*yın içinde göründü. I. Dünya Savaşındaki görevleri ve Millî Mücadele sırasındaki faaliyetleri dikkat çekicidir. Millî Mü*cadelenin bütün İslâm âleminin kurtuluşuna hizmet edecek bir yönde gelişeceğine inanıyordu. Batı emperyalizmine karşı Türk milletinin verdiği savaş başarıya ulaşınca, diğer İslâm topluluklarının mücadeleleri için de adımlar atılabilecekti. Bu yüzden Millî Mücadele boyunca vatan sevgisi yanında, İslâm birliği ülküsünü terennümden de geri kalmadı. Ancak, Millî Mücadelenin sonunda hâkim olan eğilimler bu umutla*rı tamamen yok etti. Savaşı verirken alem olan mukaddesler geride kalmış, Batının belirlediği statüde yer almak kaygısı, devletin geleceğine yön verenlerin tayin edici düşüncesi ol*muştur. Bu safhada, Doğu dünyası bir Mecnun, İslâm Birliği ideali de erişilmesi imkânsız bir Leylâdır artık. Âkifin Nisan 1922de yazdığı Leylâ şiirinde bu duygular kuvvetle işlenmiştir. Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve hatta Şerif Hüse*yinin çevresindeki Arapların Osmanlı Devletine karşı ayak*lanmaları, Mehmed Âkifin İslâm birliğine olan inancını sarsmamışken, Millî Mücadele sonrası Türkiyenin durumu bü*tün ümitlerini kırdı. Yeni Türkiye Devleti idarecilerinin katı lâik, yer yer İslâmiyete aykırı ve karşı görünen uygulamaları bu idealin ortamını yok etmişti. Bu durum Mehmed Âkifi umutsuzluğa ve bunalıma sevk etti. Bu dönemde çok az eser verebildi. Mısıra yerleşmesi ve burada sürdüğü vatandan uzak hayat tasavvufî eğilimlerini ortaya çıkardı ve kuvvet*lendirdi.
MEHMED AKİFİN ŞİİR VE SANATI
Mehmed Âkif, Türk şiirinin XX. yüzyıl başlarındaki geli*şim çizgisinde önemli bir yer tutar. Cenab Şahabeddin, coş*kunlukla Edebiyat tarihi, şimdiye kadar Büyük Âkiften da*ha büyük İslâm ve Türk şairi tanımaz derken, Mehmed Âkifle ilgili bir monografisi olan Midhat Cemal Kuntay, Türk nazmının terkip kudretinin son noktasına Mehmed Âkifin eliyle çıktığım söyler. Bütün edebiyat tarihçileri, Meh*med Âkifin Türk nazmına getirdiği sesi, canlılığı, dil pürüz*lerinden arınmış sadeliği övmekte birleşirler. Bu kanaat, İslâm edebiyatının ortak vezni olan aruzu kullanmaktaki ustalığından doğmaktadır. Bütün İslâm şiirini bir âhenkte birleş*tiren aruz vezni, dokuz asırdır Türk şairleri tarafından da kullanılmaktaydı. Türkçede uzun hece olmaması yüzünden, bu veznin pürüzlerinden kurtulunamıyordu. Âkifledir ki bu vezin, günlük konuşmaları, en tabiî ifadeleri rahatça verebi*lecek bir âlet haline gelir. Onunla en duygulu mısraları bü*yük bir ustalıkla meydana getiren şair, manzum hikâyelerin*de basit mahalle sözlüğünü de kullanarak tabiî konuşma di*liyle uzun anlatımlara girmekten de geri kalmaz. Vaaz verir, nutuk çektirir, arzuhal yazar.
Mehmed Âkife göre sanat dava için, Şeriat içindir.Şiir*le düşünmeyi edebiyatımızda en ileri noktaya vardırmıştır. Toplum hayatında bir insanın ömrü boyunca başından ge*çenleri şiirle anlatmak onun tutkusu gibidir. Bu yüzden şiir*leri Müslüman Türk halkının, özellikle de İstanbulun, belli bir dönemdeki günlüğü, vekâyinamesi daha yeni bir tabir*le gazetesidir. Yaptığı işin şuurunda olan Âkif, bu yüzden şiirlerini Safahat (safhalar, dönemler) başlığı altında topla*mıştır, denilebilir. 1908den savaş yıllarına kadar olan şiirle*rinde, toplumun günlük hayatı Safahatın ilk kitaplarında şiirleştirilmiştir. Camiler, kahveler, sokaklar, meyhaneler belli başlı mekânlardır. Hastalar, yetimler, dullar, yoksullar, idari bozukluklar bu mekânlar üzerinde tablo tablo objektif olarak tasvir edilmiştir. Savaş döneminde bu günlük te de mahiyet değişikliği hissedilir. Artık günlük hayatın olağanı olağanüstüne dönüşür. Olağanüstü bu safhada destandır. Mehmed Âkifin şiiri de destanlaşır. Bu destanın kahramanı yeni neslin temsilcisi Âsımın şahsında bütün Müslüman gençlik ve Müslüman halktır. Mehmed Âkif Cumhuriyetin ilânından sonra, devrimler döneminde günlük yazmaktan uzaklaşır. Çünkü dış, yönetim, onu savaş veremeyecek kadar tecrit eder. Bu dönemdeki şiirleri kendi şahsının günlüğü ola*rak kabul edilebilir.
Şiiri bir tebliğ vasıtası olarak kabul ettiği, düşüncesinin emrine verdiği için şairanelik kaygısı yoktur. Söz odun gibi de olsa dâvayı anlatmalıdır. Kendisi yüksek hayallerden ka*çındığını âdi, basit şeylerden bahsettiğini ifade eder. Eşya*nın hakikatlerini hayal gücüyle değiştirip tabiatüstü bir şekle dönüştürmek yerine, her şeyi olduğu gibi, göründüğü gibi tasvir ettiğini söyler. En fukara muhitlere gider, onları bir ressam gibi aynen tespit etmeye çalışırım der,
hayal ile yoktur benim alışverişim
İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim.
mısraları şiirdeki düsturunu, gerçekçilik anlayışını açıklıkla ifade eder.
Şiirlerinin konuları, tasvirleri, karakterleri tamamen yerli*dir. Bu itibarla onu, geçen yüzyıllardaki mahallileşme cere*yanının çağımızdaki bir temsilcisi olarak görmek de müm*kündür.
Yaşanan hayat şiirinin başlıca konularındandır. Edebi*yatımızda onun kadar hayatı şiire ve şiiri hayata sokmuş şair yok*tur (Sezai Karakoç). Gerçekçilik ve toplum hayatından kalkış, fikriyatıyla birleşerek İslamiyetin cemaatçi cephesini ifadeye götürür. Bazılarınca natüralist, sosyal gerçekçi ve hatta sosyalist sayılan yaklaşımları bu çerçevede değerlen*dirilmelidir.
MEHMED AKİF ŞİİRİNİN ÖZELLİKLERİ
Âkifin şiirini oluşturan âmiller şöyle sıralanabilir:
1. Doğu-İslâm şiir kültürü. Bu, Divan şiirinde Sadi ve Mevlânada en güzel örneklerini bulduğumuz ahlâkî manzum hikâyecilik anlayışına kadar varan çerçevede*dir.
2. Batı etkisi. Mehmed Âkif bu yönden, Batı sanat akımlarından realizme bağlıdır. Müsbet ilim tahsilinden gelen olaylara gerçekçi, objektif ve tahlilci bakış alışkanlığı da bu kategoride mütalâa edilmelidir.
3. Dinî-tarihî çerçeve. Sıkıntılı günler yaşayan devlet ve millet hayatının İslâm ideali ile kucaklanmasından do*ğan bir samimiyet bu çerçeveyi belirler.
Bütün eserinde bir imân ve isyan iradesi sembolü olarak beliren Âkif, I. Safahatında dış dünyanın tesirlerini anlatır. Bu eser bizim hayatımız ve cemiyetimizin ortaya konulduğu bir laboratuar çalışması devresini belgeler. II. Safahatta ise, idealini İslâm öğretisinin mekteplerinden, haberleşme mih*raklarından camide bir öğreticinin ağzından takrir ettirir. Bu kitapta yer alan fikirler onun tasavvur ettiği cemiyetin heye*canlı bir beyannamesi görünümündedir. Sonraki üç Safa*hatta dış dünyadan yola çıkarak kendi iç dünyasına kapanan, yine de bütün varlığıyla toplumunu kavrayıp sarsmaya yönelen çırpmışlar hissedilir. Âsımda ise (6. kitap) bu çile döneminden çıkılmıştır. Şair bu kitapta fiilî tezi ortaya koyar. Âsımın neslinin pırıl pırıl heyecanlı aktivitesinden umutlu*dur. Bu genç ülkü erleri, toplumu karanlığından; aydınları yanılgılarından sıyırıp, İslâm toplumunu inançla yükseltecektir.
Ancak, toplum hayatındaki yeni cebrî oluşum, bu gidişi durdurur. Âkif zirveden derinliğe, iç bene iner. Bu yedinci ki*tapta (Gölgeler) ortaya konan tasavvufa varır. Toplum haya*tından ferdî tasavvufî hayata geçilmiştir. Başlangıçta böyle eğilimleri olmayan ve Vahdeti vücuda inanmayan Mehmed Âkif de yurdundan ayrıldıktan sonra tasavvufî ve Vahdeti vücudcu görüşler belirir. Gece, Hicran ve Secde adlı şiirlerin*de tasavvufî deneylerin, arayışların ürpertileri hissedilir.
Mehmed Âkif, Gece şiirinin farklılığına dikkat çeken H. Basri Çantaya Benim asıl vadim bu idi. Ben şiirimi cemiyete faideli olsun diye yazdım der.
Âkifin şiir dünyasındaki bütünlüğünü diğer ça*lışmalarında da bulmak mümkündür. Sebilürreşâdda yayım*ladığı edebiyat sohbetleri, âyet ve hadis açıklamaları yanında Millî Mücadele sırasında verdiği vaazlar da aynı doğrultuda çalışmalardır. Tercümeleri bu çalışma ve tebliğ hayatını bü*tünler.
AKİFİN TESİRLERİ
Mehmed Âkifin tesirleri çok yönlü ve kalıcı olmuştur. M. Cemal Kuntay, Tâhir Olgun (Tâhirül-Mevlevî). Osman Fahri, Neyzen Tevfik, A. Ulvi Kurucu Mehmed Âkifi örnek alarak şiirler yazdılar. Ancak bu isimlerin Âkifin çığırını tam manasıyla devam ettirdikleri söylenemez. Mehmed Âkif daha çok millî-İslâmî düşüncenin remzi (sembolü) olarak kabul görerek geniş bir kitle üzerinde etkili olmuş¬tur. Ölümünden sonraki yıllarda bu tesir ve ilgi daha da genişledi. Zamanla resmî kurumlar da Âkifin edebiyatımızdaki yerini ve önemini kabul etmek zorunda kaldılar.
Ölümünden 13 yıl sonra Ankara Belediyesi şairin bir süre kal¬dığı Tâceddin Dergâhının bulunduğu Demir taş sokağının adını Mehmed Âkif Ersoy Sokağı olarak değiştirdi (1949). Tâceddin Dergâhı da Hacettepe Üniversitesi tarafından onarılarak müze haline getirildi (1973). Türkiye Yazarlar Birliği 1978den itibaren Ankarada iken ikamet ettiği Tâceddin Dergâhında anma toplantıları düzenledi. Bu ve benzer ve faaliyetlerin oluşturduğu kamuoyu baskısı ile ilk defa vefatının ellinci yılında resmî tören ve toplantılar yapıldı (1986). Böylece İstiklâl Marşı Şairinin resmiyet nezdindeki itibarı kısmen iade edildi.
MEHMED AKİF ERSOYUN ESERLERİ
Mehmed Âkif şiirlerini 7 kitap halinde yayımladı, ilkinin adı olan Safahat sonradan şiir külliyatına ad olarak verildi. Safahatı teşkil eden 7 kitap:
1. Safahat (1911) 1908-10 arası Sırât-ı müstakîmde yayımlanan şiirlerinden dördü dışındakiler bu kitapta yer alır. Kitapta mevcut şiirler içtimaî hikâyeler (Küfe, Meyhane, Mahalle kahvesi), tarihî hikâyeler (Kocakarı ile Ömer, Dirvas) ve kendi hayatından kaynaklananlar (Hasta, Bebek-yahut hakkı karar, Seyfi Baba) şeklinde sınıflanabilir. Âkifin ilk kitabı Servet-i fününcuların da dikkatini çekti. Celâl Sahir ile Hamdullah Suphi arasın*da tartışmalar oldu.
2. Süleymaniye Kürsüsünde (1912). Kahramanı, Doğu Türklerinden Abdürreşid İbrahim Vaaz şeklinde tek şiir.
3. Hakkın Sesleri (1913). 8 âyet ve 1 hadis açıklaması dışında pek hazin bir Mevlîd gecesi adlı şiir yer almaktadır.
4. Fâtih Kürsüsünde (1914) Vaaz şeklinde tek şiir. Bu kitapta da İslâm dünyasının çeşitli meseleleri ele alınmıştır.
5. Hâtıralar (1917). 1913 başında Mısır ve Hicaza, 1914te Berline ve Necide yaptığı seyahatlerden izlenimler dı*şında âyet ve hadis tefsirlerine yer verilmiştir.
6. Âsım (1924). Muhavereli bütün bir manzum hikâyedir.
Kişiler: Hocazâde (Mehmed Âkif), Köse imam (Meh*med Âkifin babasının talebelerinden Ali Şevki Ho*ca), Âsım (Ali Şevki Hocanın oğlu). Emin (Âkifin oğlu). Mehmed Âkif, özlediği, yetiştiğini veya yetişece*ğini umduğu yeni nesli Âsımla sembolleştirir. Ça*nakkale şehitlerini tasvir ederken lirizmin şahikasına çıkar.
7. Gölgeler (Mısır, 1933). Daha önce dinî-didaktik şiirler yazan Âkifin bu kitabında dinî-lirik şiirler önemli yer tutar.
Mehmed Âkifin şiirleri ölümünden sonra Ömer Rıza Doğrul tarafından Safahat adı altında tek kitap hâlinde ya*yımlanmıştır (1943). Daha önceki kitaplarında yer almayan bazı şiirleri de bu kitaba alınmıştır (bunlardan en önemlisi, şairin milletin malı olduğu gerekçesiyle kitaplarında yer ver*mediği İstiklâl Marşıdır). 1943ten beri sürekli basılan bu ki*tap 8. baskıdan itibaren M. E. Düzdağ tarafından yayıma ha*zırlanmış, 10. baskıdan (1975) itibaren bazı şiirler ilâve edil*miş, devrimlere aykırı görülerek çıkarılan veya değiştirilen bazı kısımları eski hâline getirilmiştir. Safahat, Türk yayın hayatında hiçbir kitaba nasib olmayan bir ilgiye mazhar ol*muş. Mehmed Âkifin ölümünün ellinci yılından sonra (1986) telif haklarının sona ermesi dolayısıyla çok sayıda baskısı ya*pılmıştır.
Tercümeleri: Müslüman kadını (Ferid Vecdiden, 1909), Hanotonun İslâmiyete hücumuna karşı Şeyh Muhammed Abduhun müdafaası (1915), İçkinin hayât-ı beşerde açtığı rahneler (Abdülaziz Çavişten, 1923), Anglikan kilisesine cevap (A. Çavişten, 1924, bir kısmı Hazreti Ali diyor ki -1959 ve Hazret-i Alinin bir devlet adamına emirnamesi- 1963 adlarıyla yayımlandı), İslâm*laşmak (S. Halim Paşadan, 1919), İslâmda Teşkilât-ı siyasîye (S. Halim Paşadan, Sebilürreşâdda tefrika, 1922), Kuran tercüme*si (I. TBMM. Kuran-ı Kerimin tercüme edilmesi vazifesini Mehmed Âkife, tefsirini ise Elmalılı M. Hamdiye verdi. An*cak Mehmed Âkif sonradan bu işten muvaffak olamayacağı gerekçesiyle vazgeçti. Diğer bir kanaate göre de tercümesinin Cumhuriyet hükümeti tarafından Kuran yerine ibadette ikâ*me edilebileceği zannıyla metni teslim etmek istemedi. Câmiül-Ezher âlimlerinden Yozgatlı İhsan Efendiye ölürse ya*kılmak kaydıyla bıraktı).
Diğer eserleri: Kastamonu Nasrullah kürsüsünde (Millî Mü*cadele sırasında Nasrullah Camiindeki hitabesi, Elcezire Ku*mandanı Nihat Paşa tarafından Diyarbekir matbaasında bas*tırıldı, 1921). Kurandan âyet ve hadisler (Ö. Rıza Doğrul tara*fından Sebilürreşâdda çıkan sohbet ve makalelerden seçmeler, 1944). Mehmed Âkifin çeşitli makaleleri ölümünün ellin*ci yılı dolayısıyla toplanarak yayımlanmıştır (1987, hazırla*yanlar: Abdülkerim-Nuran Abdülkadiroğlu) Mehmed Âkif, Peygamberimizin son haccını anlatmak için Haccetil-vedâ, Âsımın devamı olacak İkinci Asım ve Selâhaddin Eyyubî ile ilgili bir piyes yazmayı da tasarlamıştı.
MEHMED AKİF ERSOYUN KRONOLOJİK HAYATI
Mehmed Akif, 1873 yılının kasım ayında İstanbulun Fatih semtinin Sarıgüzel, Sarı Nasuh, Mahallesinde dünyaya gelmiştir.
Babası Temiz Tahir Efendi, tahsil için küçük yaşında Arnavutlukun İpek kazasına bağlı Şuşisadan İstanbula gelir ve zamanın meşhur Fatih Medresesinin müderrislerinden olur. Akif, 1888 yılında hayatını kaybeden Tahir Efendiden, ilk olarak birinci kitaptaki Fatih Camiinde bahseder. Çocukluğundan ve babasından bahsederek onu erken kaybetmenin acısı, ona olan saygı, sevgi ve özlemini dile getirir. Asım adlı altıncı kitapta da uzun uzun Tahir Efendiden söz etmektedir.
Annesi Emine Şerife Hanım, aslen Buharalı olup Tokata yerleşmiş bir ailenin kızıdır.
Akifin Nuriye adında bir kız kardeşi vardır. Birinci kitapta yer alan Selma adlı şiirini ise yeğeninin ölümü üzerine kaleme almıştır.
Akif, 1878in Şubat ayında, 4 yıl 4 ay 4 günlük iken Emir Buharî Mahalle Mektebine başlamıştır. 1879da Fatih İptidaisine geçer ve babasından Arapça öğrenmeye başlar. 1882 yılında Fatih Merkez Rüştiyesine, 1886da ise Mülkiye İdadisine girer. (Mülkiye Mektebinin hazırlık okuludur, okulu 1888de bitirir). Babası Tahir Efendi, Akifin okulu bitirdiği bu yılda vefat eder. Akif onun için Hem babam, hem hocamdır. Ne biliyorsam kendisinden öğrendim der. Akif, babasının vefatı üzerine, geçim kaygısıyla Mülkiyenin yüksek kısmına gitmekten vazgeçer.
1889 yılında Sarıgüzeldeki evlerinin yanması üzerine, babasının talebesi Mustafa Sıtkı Efendi, aynı arsa üzerine ufak bir ev yaptırarak aileye destek olur. Yaşanan olaylarla gelen geçim sıkıntısı ve işsizlik nedeniyle Akif, 1889 yılının sonunda eğitime başlayacak olan Baytar Mektebine kaydolur. İlk sivil veteriner okul olan bu mektepten mezun olanlara hemen iş verilecektir. 1891e kadar Ahırkapıdaki sivil tıbbiye mektebinde eğitim gördükten sonra Halkalıdaki okula geçerek kalan ilk yılı da burada yatılı olarak okurlar. Bu okulda spor, güreş ve şiirle ilgilenir. 1893 yılında birincilikle bitirdiği okulundan baytar muavinliğine tayin edilir ve 1894 yılında Hazine-i Fünunda bir gazeli, 1895 yılında ise Mektep Mecmuasında Kurana Hitap şiiri yayınlanır.
1898 yılına kadar Osmanlı ülkesinde, Rumeli, Anadolu ve Arabistanın çeşitli yerlerinde görevli olarak dolaşır. Resimli Gazetede şiirlerinin yayınlanmaya başladığı bu yılda Tophane-i Amire veznedarının kızı İsmet Hanımla evlenir.1907de Çiftlik Makinist Mektebi Türkçe muallimliğine tayin edilir. 1908 yılında, Meşrutiyetten on gün sonra İttihat ve Terakki Cemiyetine kaydolur. Gerekçesi de millete faydalı olacak irşad ve eğitim faaliyetlerine katılmak şeklindeki arzusudur. Fakat cemiyetin yeminine, emr-i bilmaruf gereğince uymak şartını koşmuştur. Bu yıl içinde, başyazarının Mehmet Akifin olduğu Sıratımüstakim mecmuası yayınlanmaya başlar ve derginin sahipleri, Eşref Edip ile Ebulûla Zeynelabidindir. Derginin ilk sayısında Fatih Camii şiiri yayınlanır. 1910 yılına gelindiğinde, Baytar Mekteb-i Âlisi Mezununî Cemiyeti başkanlığına seçilir. Bir yıl sonra ilk şiir kitabı olan Safahat yayınlanır. Mayıs ayında bu dergi sıkıyönetim nedeniyle kapatılır.
1912de Süleymaniye Kürsüsünde şiiri Sıratımüstakimde tefrika edilir ve eylül ayında kitap olarak çıkar. Ebulûlanın dergiyi bırakması ile derginin adı Sebilürreşad olarak değiştirilir. Ayrıca 8 Ekim 1912de Balkan Harbi başlar. Mehmet Akif de 1913 yılında Bayezid, Fatih ve Süleymaniye camilerinde vaaz verir.
Bu yılın mayıs ayında, Baytarlık Dairesi Müdür yardımcılığından ve baytarlıktan istifa eder. Ayrıca, Fatih Kürsüsünde şiiri yayınlanmaya başlar, Hakkın Sesleri ise yayınlanır.
Akif, 1914 yılının ocak-mart dönemini Abbas Halim Paşanın daveti ile (İstanbul-Beyrut-Kahire-Eluksur-Kahire-Medine-Şam-İstanbul) Mısırda geçirir. Eylül ayında, Darül-hilafetil-âliye Medresesinin orta bölümünde Türkçe-edebiyat dersleri vermeye başlar. Fatih Kürsüsünde şiiri bu yıl içinde üç baskı yapar.
Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Berline gönderilen Akif, Fransız ordusunda savaşan Müslüman askerler için Arapça beyannameler yazar ve bu yazılar cephelere uçaklardan atılır. Ayrıca Berlin Hatıraları şiiri burada kaleme alınır ve 1915te bu şiir Sebilürreşadda yayınlanmaya başlanır. Yine bu yılın içinde Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Kuşçubaşı Eşrefle Necit seyahatine çıkar ve Medineyi ziyaret eder. Ziyaretin ürünü olarak Necid Çöllerinden Medineye şiirini yazar. Sebilürreşad dergisi birkaç kez açılıp kapanma sürecini yaşadıktan sonra, hükümet tarafından 1916nın Ekim ayı itibarıyla yirmi ay kadar kapatılır ve Sultan Vahideddinin cülûsu üzerine sansürün kaldırılması ile dergi tekrar yayınlanmaya başlanır.
Safahatın beşinci kitabı Hatıralar 1917de yayınlanır ve 1918de ikinci baskısı yapılır. 1918de Mekke emiri Şerif Ali Haydar Paşanın daveti üzerine Akif Lübnana gider. Yüksek İslâm Tebliğ ve Danışma Heyetine burada iken başkâtip olarak tayin edilir.
1919da yayınlanmaya başlanan Asım 1924e kadar aralıklı olarak Sebilürreşadda yer alır.
Sebilürreşad, 1920 yılında, idarehanenin Millî Mücadeleye katılmak için Anadoluya geçmiş olanları ile İstanbuldaki yakınlarının gizli haberleşme merkezi hâline gelir.
Akif, Balıkesirde Zağanos Paşa camiinde Millî Mücadeleyi destekleyen vaazını verir. Nisan ayında oğlu Emin ve Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey ile Ankaraya gider. Meclisin önünde Mustafa Kemal Paşa ile karşılaşmaları üzerine Paşanın Sizi bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz, şimdi görüşmek kabil olmayacak, ben size gelirim demesi gerçekleşir ve Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde Mehmed Akifin Ankaraya gelişi İslâm Şairi Akif Bey başlığı altında verilir.
Mustafa Kemal Paşa, Konya vali vekili ve kolordu kumandanı Miralay (Albay) Fahreddine (Altay) Mehmed Akifin Burdurdan mebus seçilmesini sağlamasını bildiren telgraf yollar.
Ancak Akif, Bigadan en yüksek oyu alarak mebus seçilir. Bunun üzerine, Burdur mebusu seçildiği yönündeki mazbata Meclise ulaşır ve Meclis tarafından oy birliği ile kabul edilir.
Mehmed Akif de Meclise takrir vererek Burdur mebusluğunu tercih ettiğini bildirir.
Bu yılın içinde, Erkân-ı Harbiyenin isteği üzerine Maarif Vekâletince açılan İstiklâl Marşı yarışması haberi Hâkimiyet-i Milliyede yayınlanır.
Mehmed Akif, Kastamonunun Nasrullah Camiinde Sevri anlatan ve Millî Mücadeleyi destekleyen meşhur vaazını verir. Ayrıca Ankarada ev buluncaya kadar Kastamonuda oturmak üzere ev tutar, Sebilürreşad da Kastamonuda yayına başlar. Akifin Nasrullah Kürsüsünde verdiği vaaz bu nüshada yayınlanır. (Bu sayı büyük ilgi gördüğünden bir kaç defa basılır.)
1920nin Aralık sonunda Mehmed Akif Ankaraya döner. Mustafa Kemal, Sebilürreşad kadar hiçbir gazetenin neşredilemediğini ve manevî cephemizin kuvvetlenmesinde Sebilürreşadın büyük hizmeti olduğu bildirerek teşekkürlerini sunar.
1921 yılında Sebilürreşadın Ankarada ilk sayısı çıkar (467. Sayı). (Dergi bu dönemde Büyük Millet Meclisi tarafından desteklenmiştir.)
Maarif Vekili Hamdullah Subhi İstiklâl Marşı için Mehmet Akife tezkere yollar. Yarışmaya katılan şiirlerden seçilen altı tanesi basılarak milletvekillerine dağıtılır.
Hamdullah Subhi yarışmaya katılan ve seçilen şiirlerden birinin kürsüden okunması kararı üzerine kürsüye çıkarak yarışma hakkında bilgi verir. Gelen şiirleri yetersiz gördüğünden Mehmed Akif beyefendiye müracaat ettiğini, endişeleri ortadan kaldırmak üzere elinden geleni yapacağını bildirdiğini ifade ettikten sonra, muhteşem bir şiir yolladığını açıklar. Hamdullah Subhi Bey, Mehmed Akifin şiirini okurken Mehmet Akif salonu terk eder. Şiir büyük bir heyecanla karşılanır.
İstiklâl Marşı yarışmasının sonuçlandırılması ile ilgili tartışmalardan sonra, sadece Mehmed Akifin İstiklâl Marşının oylanması konusunda verilen önergeler kabul görür ve TBMM ekseriyet-i azime ile (büyük çoğunlukla, bir üye hariç) Mehmet Akifin İstiklâl Marşı şiirini Millî Marş olarak kabul eder.
İstiklâl Marşını millî marş olarak Meclis başkanı Mustafa Kemal Paşa ve milletvekilleri ayakta dinlemişlerdir. Hâkimiyet-i Milliyenin 2. sayfasında da Büyük Millet Meclisinin 12 Mart 1337 tarihli toplantısında özel takdirlerle kabul olunan İstiklâl Marşını yayınlıyoruz denilerek İstiklâl Marşı bir daha yayınlanır.
Bu arada TBMM Hükümeti ile SSCB arasında Moskova Anlaşması imzalanır.
Hakimiyet-i Milliyede, Eşref Edibin Anadoluda İslâm kongresi başlıklı Hüseyin Ragıb Beyefendiye ithaflı yazısı yayınlanır. Bu yazıda, Hükümetin böyle bir işe girmesinden duyulan memnuniyet dile getirilmektedir. Bu yıl içinde Yunan ordusu Bursa ve Uşak cephelerinde ileri harekâta başlar, Sapanca ve Adapazarı işgal edilir. Bursanın işgali haberleri üzerine Bülbül şiiri yazılır.
1922 yılında Said Halim Paşa Malta sürgününde Fransızca olarak İslâmda teşkilat-ı siyasiye adlı eseri yazar. Akif, Said Halim Paşadan tercüme ettiği bu eseri Sebilürreşadda yayınlamaya başlar.
Ali Fuat Paşanın başkanlığındaki heyette yer alan Mehmed Akif, cepheleri dolaşarak Büyük Taarruz öncesi askeri cesaretlendirici konuşmalar yapar. (1-16 Ağustos). 1923 yılında ailesiyle İstanbula döner.
1924te Zeki Üngörün İstiklâl Marşı bestesi kabul edilir.
Asımın Çanakkale Şehidlerine diye bilinen bölümü Sebilürreşadda yayınlandıktan sonra Asım kitap olarak yayınlanır. 1925 yılının Mart ayında, birçok gazete ile birlikte Sebilürreşad da Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılır.
TBMMde Kuran-ı Kerimin Türkçeye tercümesi ve tefsir çalışması ile ilgili önerge kabul edilir. Bu işin ancak Mehmed Akif tarafından yapılabileceği konusunda görüş birliği oluşur. Dostlarının telkinlerinin sonuç vermemesi ve Diyanet İşleri Resi Rifat Beyin, Aksekili Ahmed Hamdiyi görevlendirmesine rağmen, onun ısrarlarına rağmen sonuç alınamaz. Fakat Ahmed Naim Efendinin ısrarı üzerine tercüme değil de meal hazırlamayı kabul eder. 1000 lirayı ise Sebilürreşadın yeniden yayınlanması için Eşref Edibe verir.
1925 yılı, Akifin Mısıra son gidişi olur. Rejim düşmanı gibi peşine polis takıldığı için yurdu terk eden Akif: Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben, vatanını satmış ve memleketine ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum. siteminde bulunur. On buçuk sene dönmediği Mısırda, iki yıl Abbas Halim Paşanın sarayının karşısındaki küçük bir köşkte oturur.
1926 yılında Akifin annesi Emine Şerife Hanım 90 yaşında vefat eder ve Akif, bu yılın ocak ayında Kuran tercümesi için çalışmaya başlar.
Latin alfabesinin kabulünden önce, altı Safahattan beşi (4. Hariç) tekrar 1928 yılında basılır. Temmuz ayında ise Kuran tercümesi tamamlanarak 1929 yılında temize çekilmeye başlanır.
Bu yılın içinde Akif, Mısır Üniversitesi (el-Camiatül-Mısriyye)nde Abdülvehhab Azzamın aracılığı ile Türkçe hocalığına başlar.
1931 Ramazanında İstanbulun bazı camilerinde Kuran-ı Kerim Türkçe okunur ve Akif, tercümeden vazgeçtiğini belirten yazısını yazar. 1932 Ramazanında camilerde Türkçe Kuran okunur, Kadir gecesinde Ayasofya camiinde teravihten sonra okunan tercüme radyodan naklen verilir. Ramazanın son cumasında ise Saadettin Kaynak Süleymaniye camiinde smokinle hutbe okur.
Akif, Kuran-ı Kerim tercümesi ile ilgili mukaveleyi fesheder. (İşi ve borcu Elmalılı Hamdi devralmıştır) Nedeni ise Tercüme güzel oldu, hatta umduğumdan daha iyi. Lakin onu verirsem namazda okutmaya kalkacaklar. Ben o vakit Allahımın huzuruna çıkamam ve Peygamberimin yüzüne bakamam. düşüncesidir.
Yine bu yıl, Diyanet İşleri Başkanlığının bir yazısı ile Türkçe ezan uygulamasına geçilir.
1933 yılında, Safahatın yedinci ve son kitabı olan Gölgeler Kahirede basılır. (19181933 arasında yazılan 41 şiir)
Ezan ve kametin Türkçe okunmasını istemeyen halk, Bursa Ulu Camiinde namaz kıldıktan sonra Vilayet önüne gelerek toplanır. Bu sebeple tutuklanan çok sayıda kişiden 19una Çorum Ceza mahkemesinde ağır cezalar verilir.
1935 yılında rahatsızlanan Akif, Cebel-i Lübnana gider fakat 1936da hastalığı ilerler. Bunun üzerine Türkiyeye dönmeye karar verir ve Kuran tercümesini Yozgatlı İhsan Efendiye şu sözleriyle teslim eder: Ben sağ olur da gelirsem noksanlarını ikmal eder, ondan sonra basarız. Şayet ölür de gelmezsem bunu yakarsın.
17 Haziranda Mısırdan İstanbula vapurla döner ve Şişli Sıhhat Yurdunda yirmi gün yatarak teşhis ve tedavisi yapılır. Yine Halim Paşa ailesine ait Beyoğlundaki Mısır Apartımanında hazırlanan daireye yerleştirilir. Bu dönemdeki Dâhiliye Vekâleti Emniyet Umum Müdürlüğünün İskenderiye Konsolosluğuna yazısı: Memlekete dönen Şair Akife ne zaman ve hangi konsoloslukça vize verildi?şeklindedir.
Ve Mehmed Akif, 1936 yılının 27 Aralık Pazar günü saat 19.45te Mısır Apartımanında vefat eder.
İstanbul gazeteleri Mehmed Akifin ölüm haberine çok kısa yer verir ve Ankaradan Üniversiteye ve resmi yetkililere tören yapılmaması ve törenlere katılmamaları hakkında emir gönderilir. Gençler, Bayezid Camii avlusundaki tabutu tanıyarak Kâbe örtüsü ve bayrağa sarılı olarak Bayezidden Edinekapıya kadar el üstünde taşırlar. Akif, Edirnekapıda sevdiği arkadaşı Ahmed Naim Beyin yanına defnedilmiştir.
1938 yılında üniversiteli gençler Mehmed Akifin kabrini yaptırır ve 27 Aralık Mehmed Akifi anma toplantılarının yapılmaya başlandığı tarih olur.
1944 yılındaki Safahatın Latin harfli baskısını, damadı Ömer Rıza Doğrul yayına hazırlamıştır. (10. Baskıdan itibaren M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yeniden düzenlenerek yayınlanır, 1975) 1949 30 Ekim ayında, Taceddin Dergâhı Ankara Şehir Meclisi kararıyla müze haline getirilir.
1961de Akifin Kuran mealini emanet ettiği Yozgatlı İhsan Efendi vefat eder. Mehmed Akifin meali ve İhsan Efendi tarafından istinsah edilen sureti, oğluna vasiyeti üzerine yakılır.
1973 yılında Taceddin Dergâhı Mehmed Akif Evi müzesi olarak tanzim edilerek açılır.
1986 yılı, vefatının 50. yılı dolayısıyla Mehmed Akif yılı ilan edilir. Kültür Bakanlığının teşebbüsü ile kabri yeniden yapılır.
4 Mayıs 2007, 12 Martın İstiklâl Marşının kabul edildiği günü ve Mehmed Akif Ersoyu anma günü olarak kutlanması ile ilgili kanun TBMMde kabul edilir ve 7 Mart 2008de Resmi Gazetede yayınlanır.
MEHMED AKİFİN SANAT ANLAYIŞINI NE BELİRLİYOR?
İslamcı ve toplumcu karaktere sahip olan Mehmet Akifin şiirleri, onun sanatkârlığı kadar fikir adamı özelliğiyle değerlendirildiğinde ayrıca değer kazanır. İslamcılık, Türkçülük, Osmanlıcılık, Batıcılık gibi akımları temsil eden sanatçılardan farklı olan Akif, insanın ruh hallerini muhteşem bir lirizmle dile getirmektedir. Onun lirizmi, toplum sorunlarını tasvirlerle ele alması ve bu meselelerin şahsında derinleşmesiyle başlar. Süleyman Nazife göre Akif, nasıl hissettiyse öyle yazmıştır. Öyle olmasaydı yazıları karşısında kalpler bu kadar derinden etkilenmezdi. Bu çerçeveden bakıldığında ise Akife göre sanatkâr, toplumun ızdıraplarına kayıtsız kalmamalı, din ile sanat ve bilimin uyum içinde ilerlemesine katkıda bulunmalıdır.
Sosyal faydayı esas alan Akif, Namık Kemal gibi topluma yeni bir şekil vermek değil, milletimizin yüzyıllarca inandığı değerlerle sahip olduğu kimliğine sahip çıkması derdindedir. Sorunu sadece söylemeyip çözümünü de önerdiğinden natüralist olarak nitelendirilen Akif, olaylara tuttuğu İslami ve ahlaki ışıkla natüralistlerden aynı zamanda farklıdır da.
Birçok doğulu ve batılı edipten beslendiğini ifade eden Akif: Şiire Sadi mesleğini taklitle başladım. Arapları çok okudum Frenklerden en çok sevdiğim Lamartine ile Daudetdir. der. Hikâye ve tasvirlerindeki incelik onu Sadiye yöneltirken her şeyi olduğu gibi göstermesi ise Daudetyi okumasındandır. Halkın arasına karışması, onu gerçekçiliğe ulaştırdığı kadar onun tasvir etme yeteneğini de geliştirmektedir. Rum tren memurunun Tren kaçar a kuzum! şivesini şiirlerinde kullanması da bunu göstermektedir. Çünkü Akif, gerçeği yansıtırken etki uyandırmak amacındadır. Akifin tenkit ve alayı başarıyla kullandığı da rahatlıkla söylenebilir.
Şiirlerine duyulan ilgiyi resmi zorlama, pazarlama veya reklam olmadan taşıyan Akif, Orhan Okayın ifadesiyle hiçbir zaman popülizme düşmemiştir. Safahata olan ilgi, milletin derdini dile getiren toplumsal meseleleri ele alması, dini ve toplumsal içerikli motifleri ustalıkla kullanması ve olaylarla içli dışlı olan tarzından ötürü günümüzde de devam etmektedir.
Yedi kitaptan oluşan Safahat, yazıldığı devrin ve çevrenin objektif yansıması olduğu kadar, şairin sosyal hayattan mistik hayata ilerleyen kişiliğinin sanatkârane bir üslup içinde işlenmesidir de. Tanpınarın sözleriyle noktayı koyabiliriz: Hiçbir şairimiz onun kadar ilhamının ufkunu geniş tutmamıştır.
KAYNAKLAR
*Vefatının 60.Yılında Mehmet Akif Sempozyum Bildirileri, 30 Aralık 1996, İstanbul, İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İsar, Yay. Haz: Prof Dr. İnci Enginün
* Nazif, Süleyman: Mehmet Akif, Şairin Zatı Hakkında Bazı Malumat ve Tedkikat, İstanbul, 1924
*Mehmet Akifin Sanatı, Edebiyat ve Fikir Dünyasından Çizgiler, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları S.65, Yay. Haz: Doç. Dr. Kazım Yetiş, Ankara, 1992
* Düzdağ, M. Ertuğrul: Mehmet Akif Hakkında Araştırmalar, Marmara Üniversitesi Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezi, Fatih Yay. Matbaası, İstanbul, 1987
* Okay, M. Orhan: Mehmet Akif, Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, Akçağ, Ankara, 1989
* Düzdağ, M. Ertuğrul: Mehmet Akif Ersoy, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1996
* Dünya Bülteni
* Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları
İSLAM DAVASININ NEFERİ "MEHMED AKİF ERSOY" | İslam ve İhsan
İstiklal Marşını yazan, Kuran şairi ya da Vatan şairi olarak anılan Mehmed Akif Ersoy, 27 Aralık 1936da hakka yürüdü. Cenazesinde ise yalnızca çok sevdiği milleti vardı Mehmed Akifin ibretlik hayat hikâyesini sizler için derledik.
CENAZESİNDE YALNIZCA MİLLET VARDI
Kurtuluş Savaşı sürecinde yazdığı yazılar ve camilerde verdiği hutbeler ile halkın duygularını coşturan Mehmet Akif, Milli Mücadeleye önemli katkılarda bulunmuş I. Mecliste Milletvekili olarak da görev yapmıştır. Mehmet Akif Ersoy yazdığı İstiklal Marşı ile de milletimizin yazdığı destanı şiirleştirmiş yine onu asıl sahibine yani millete armağan etmiştir.
Kurtuluş Savaşının ardından yeni kurulan rejim ile fikir ayrılıklarından dolayı 1925 yılında Mısıra giden Mehmet Akif Ersoy, 1936 yılına kadar Mısırda bulunmuştur. Mısırda bulunduğu sürede üniversitede edebiyat dersleri de veren Akif, ülkesinden ayrı kalmanın verdiği üzüntünün de etkisiyle hastalanmış ardından 17 Haziran 1936 tarihinde Türkiyeye dönmüştür. Mehmet Akif Ersoy rahatsızlığı ilerleyince tedavi görmeye başlamıştır. İstanbulda bulunduğu süre içinde eski dostları, sevenleri tarafından sık sık ziyaret edilen Mehmet Akif, 27 Aralık 1936 tarihinde Beyoğlundaki Mısır Apartmanında kaldığı dairede hayatını kaybetti. Gazeteler ertesi günü Akifin vefat haberini verdiler.
Mehmet Akif Ersoyun vefatı ülkede büyük bir üzüntüye sebep oldu. Beyazıd Camisinde yapılan cenaze törenine onu seven binlerce genç ve dostları katıldı. Yapılan cenaze törenine resmi kişilerden ve kuruluşlardan katılan hiç kimse olmadı. Mehmet Akifin cenaze törenine bir hukuk fakültesi öğrencisi iken katılan Prof. Dr. Sulhi Dönmezer 5 Ocak 1987 de Tercüman gazetesinde Akifin Cenaze Töreni başlıklı yazısında o günü şöyle anlatıyor:
O zamanların ülkemizde egemen tek partinin otoriter düzeni içinde kimse idare ile çelişkiye düşmek istemediği için basında Mehmet Akifin yurda dönüşü ve hastalığının seyri hakkında pek fazla haber yayınlanmazdı . Bizler alana geldiğimizde, namaz saatinin yaklaşmış bulunmasına rağmen bir tabuta rastlamadık, hep birlikte bekliyoruz. Birden lokantanın ön kısmını bir cenaze otomobilinin geldiğini gördük, iki kişi üzerine örtü dahi konmamış bir tabutu indirdiler. Yoksul bir fakirin cenazesinin getirildiğini düşünerek bir kısım arkadaşlar yardıma teşebbüs ettiler. Fakat tabutun Mehmet Akife ait bulunduğu anlaşılınca bir anda yüzlerce genç ağlamaya başladı. Gençler hemen Emin Efendi Lokantasının bayrağını alarak tabutun üstüne örttüler. Sonra merhumun bir kısım arkadaşları gelmeye başladı ama ne vali, ne belediye reisi ve ne de tek partinin zimamdarlarından hiç kimse ortalarda yoktu.
Ülkenin bağımsızlık mücadelesinde sembol isimlerden biri ve yazdığı İstiklal Marşı ile milletin gönlünde önemli bir yer etmiş olan bu saygıdeğer insana yapılan bu haksızlık tek partili rejimin de milletten ne ölçüde uzaklaşmış olduğunu göstermiştir.
MEHMET AKİF ERSOY KİMDİR?
Şair, fikir ve mücadele adamı Mehmed Âkif, Fâtihte, Sarıgüzel mahallesinde mütevazı bir evde 1873te doğdu. Fatih Medre*sesi müderrislerinden Mehmed Tahir Efendinin oğludur.
Babası, Arnavutlukta ipek kasabası Suşisa köyünden İstanbula gelip, Yozgatlı Hacı Mehmed Efendiden icazet aldı. Annesi Buharalı bir aileye mensup. Mehmed Âkif, bu anne ve babadan İstanbulun Fatih semtinde, Sarıgüzel mahalle*sinde doğdu. Ebced hesabıyla doğum yılını veren Ragif (H. 1290) kelimesi babası tarafından ad olarak verildi. Bu ad yay*gın ve bilinir olmadığından Âkif şeklinde söylendi ve bu isimle tanındı.
Dört yaşındayken Emir Buharı Mahalle Mektebine başla*dı, İptidaî (ilk) öğreniminden sonra Fatih Merkez Rüşdiyesi ve Mekteb-i Mülkiyenin idadî (lise) kısmını bitirdi. Mülkiyenin âlî (yüksek) kısmına geçmişken, aynı yıl babası öldü ve Sarıgüzeldeki evleri yandı (1887-88). Bu yüzden yeni açı*lan yatılı Halkalı Mülkiye Baytar Mektebine geçti. Şiirle ilgi*si bu mektepte başladı.
ÂKİFİN RESMİ HAYATI
Baytar Mektebini birincilikle bitiren (1893) Mehmed Âkif, Umûr-ı Baytarîye ve Islâh-ı Hayvanât Umum Müfettiş Mu*avinliğine tayin edildi.
Kendi ifadesine göre, üç-dört yıl Ru*meli, Anadolu ve Arabistanda bulaşıcı hayvan hastalıkları*nın tedavisi için dolaştı. Edirnede baytar müfettişi, Ada*nada vilayet baytarı olarak bulundu.
Bu arada İsmet Hanımla evlendi (1898). Halkalı Ziraat Mektebi (1906) ve Çiftçilik Makinist Mektebi (1907)nde hocalık yaptı. Darülfünun Edebiyat-ı Osmaniye Müderrisliğine tayin edildi (11 Kasım 1908). Ziraat Nezaretinde son memurluğu Umûr-ı Baytariye Müdür Muavinliğidir. Balkan Savaşından sonra Ziraat Nezaretindeki vazifesinden aynı daireden bir kimseye yapılan haksızlığa kızarak istifa etti (11 Mayıs 1913).
1913 yılı sonun*da, İttihatçıların Sebilürreşadın yayınlarını tasvip etmemele*ri, bu derginin yöneticisi olan Mehmed Âkifin üniversitede ders vermesini eleştirmeleri üzerine Dârülfünûndan istifa et*ti. Yalnız Halkalı Mektebindeki vazifesi devam etti. Balkan Savaşının sonlarında kurulan Müdafaa-yı Millîye Heyeti Neşriyat Şubesine aza seçildi.
I. Dünya Savaşından önce Mısır ve Hicaza gitti (1914). Savaş sırasında Alman*yadaki Müslüman esirlerin durumunu görmek için Alman hükümetinin daveti üzerine, Teşkilât-ı Mahsusa (Osmanlı gizli teşkilâtı) aracılığı ile Berline gönderildi (1914). Aynı yıl Darül-Hilafetil-Aliye Medresesinin orta bölümünde Türkçe-edebiyat dersleri vermeye başladı. Gene Teşkilât-ı Mahsû*sa tarafından Necid Emiri İbnürreşide gönderildi. İbnürreşid, İngilizler tarafından Arap Kralı olarak ilân edilen Şerif Hüseyinin aksine Osmanlı Devletine bağlı idi. Mehmed Âkif 1918 Temmuzunda Mekke Emiri Şerif Haydar Paşanın davetlisi olarak Lübnanda iken Dârül-Hikmetil-İslâmiye Cemiyetinin başkâtipliğine tayin edildi ve gezi dönüşü vazi*feye başladı.
ŞİİR VE MÜCADELESİ
İzmirin işgalinden (14 Mayıs 1919) sonra, Batı Anado*luda yer yer beliren direnmeleri güçlendirmek için Balıke*sire gitti. Vaazlarla halkı irşada çalıştı. Balıkesir izlenimleri*ni Sebilürreşadda yayımladı. İstanbulun işgalinden sonra Anadoluda başlayan Millî Mücadeleye katılmak üzere hare*kete geçti. Nisan ortalarında İstanbuldan ayrıldı, muhteme*len 23 veya 24 Nisanda Ankaraya ulaştı.
Bu faaliyetlerinden ötürü, Darül-Hikmetil-İslâmiyedeki görevine son verildi (3 Mayıs 1920). TBMMye Burdur Milletvekili olarak katıldı (5 Haziran 1920). Konya isyanının bastırılması için bu vilayete gönderildi. Daha sonra Kastamonuya geçti. Burada Nasrullah Camiinde vaazlar verdi (meşhur hitabe 19 Kasım 1920). Buraya gelmiş bulunan Sebilürreşadın sahibi Eşref Ediple buluştu. Sebilürreşadı bir süre Kastamonuda yayımladı (1920 Kasım). Tekrar Ankaraya dönüp Tâceddin Dergâhına yerleşti. Bu sırada yazdığı şiir İstiklâl Marşı olarak kabul edil*di (12 Mart 1921). Şeriyye Vekâleti tarafından kurulan Telîfât-ı İslâmiye Heyetine seçildi (1922). Millî Mücadele netice*lendikten sonra İstanbula döndü (Mayıs 1923).
HAYAL KIRIKLIĞI VE SONRASI
İslâm dâvasının bir neferi olarak Türkiyenin kurtuluşu için çalışan Mehmed Âkif, üst kademe yöneticilerin Millî Mücadelenin başlangıçtaki amaçlarından uzak, tamamen ters yöndeki tavırları ile çelişti.
Bu yüzden 1923 Ekiminde Abbas Halim Paşa ile Mısıra gitti. Kışı orada geçirdikten son*ra baharda döndü. Bir kaç yıl kışları Mısırda, yazları Türki*yede geçirdi. Bu yıllarda ilk devrim hareketleri başlatılmış; Cumhuriyet idarecileri ülkenin ve toplumun İslâmiyetle bağ*larını koparmaya yönelik faaliyetlere girişmişlerdi. Mehmed Âkif 1926 kışından sonra memlekete dönmedi. Kahire civa*rında Hilvana yerleşti, Camiatül Mısriye Darülfünununda (Mısır Üniversitesi) Edebiyat-ı Türkiye (veya Türk dili) mü*derrisliği yaptı (1929-36). 1935te karaciğerinden rahatsızlan*dı ve Temmuz ayında hava değiştirmek için Lübnana gitti (Âliye yakınında Sûku1-garb köyü).
Bu sırada daha önce ya*kalandığı sıtma da ortaya çıktı. Bir süre Antakyaya da uğrayan Mehmed Âkif, sağlık durumu düzelmeden Mısıra dön*dü. Sıla hasreti iyice ağırlığını hissettiriyordu. Memleketine dönmeden Mısırda ölmekten korktu. 1936 yaz başlangıcında (17 Haziran) İstanbula geldi. Nişantaşı Sağlık Yurduna yatırıldı. Mısırda uzun süre kalanlarda görülen siroz (teşemmu-ı kebed)un tedavisi bura*dan zamanında uzaklaşamadığı için imkânsız hâle gelmişti. Sağlık yurdundan sonra bir süre Said Halim Paşanın oğlu Halim Bey tarafından Alemdağındaki Baltacı Çiftliğinde mi*safir edilen Mehmed Âkif, Beyoğlundaki Mısır Apartmanın*da vefat etti (14 Şevval 1355-27 Aralık 1936). Edirnekapı Mezarlığında Babanzâde Ahmed Naîm Efendinin yanına gö*müldü. Hükümet ve güdümlü basın cenazesine ilgi göster*medi. Yakın günlerde ölen ve edebiyatımızdaki yeri Mehmed Âkifle kıyaslanamayacak olan Samipaşazâde Sezaiye göste*rilen ilgi bile Mehmed Âkiften esirgendi. Resmî cenaze me*rasimi yapılmadı. Fakat millî şairi, İstiklâl Marşını bir mü*min ve millet mistiği olarak âbideleştiren bu mücahidi, mille*ti ve gençliği büyük bir cemaatle uğurladı.
Kahirede Mehmed Âkifin ders verdiği üniversitenin bir amfisine Mehmed Âkif Ersoy ismi verildiği haberi 2005 yılı sonunda gazeteler yansıdı (bk. Yeni Asya, 27.12.2005)
BİR MECBURİ ŞAİR DOĞUYOR
Doğduğu ve yetiştiği İstanbulun fakir Müslüman muhiti Mehmed Âkifin sonraki edebî şahsiyetinin şekillenmesinde rol oynayan belli başlı unsurlardandır. Ana tarafı Buharalı bir aileye dayanan Âkif, bu yönüyle Doğu İslâmlığı, Arnavut*luktan gelen babası tarafından da Batı İslâmlığı ve doğup büyüdüğü muhitle de Osmanlı merkezî İslâmlığının etkileri*ni taşır. Fatih semti özellikle Mehmed Âkifin çocukluk ve gençlik yıllarında Müslüman İstanbulun ilim merkezi duru*mundadır. Cami merkez olmak üzere yüksek seviyede eğitim-öğretim kurumları bu semtin çehresinin oluşmasında et*kili olmuştur. Mehmed Âkif, kendinden çok başkalarını, top*lumu düşünen, iyi ahlâklı, namuslu bir insan, örnek bir Müslüman olarak bu etkileşimlerin çocuğudur.
Ayrıca, resmî ve hususî tahsili onun bir hayat olarak yaşa*nan İslâmla birlikte Doğu ve Batı kültürleriyle de temasını sağladı. Mehmed Âkifin özel öğrenimi, babasından aldığı dinî bilgiler, Arapça ve akaitle başlar. Babası için hem babam hem hocam der. Fâtih Camii şiirinde babasının küçük yaş*larda elinden tutup Fatih Camiine götürdüğünü tasvir eder (Safahat, I).
Sekiz yaşında kadardım, babam gelin bu gece
Sizinle câmie gitsek çocuklar erkence
Giderseniz gelin amma namazda uslu durun
Meramınız yaramazlıksa işte ev, oturun!
Deyip alır da benimle kardeşimi
Daha sonra da Fatih Camii Baş imamı Arap Hocadan Kuranı hıfza (ezberlemeye) çalıştı. Selânikli Esad Dededen Farsça, Halis Efendiden Arapça okudu. Bu doğu dilleri yanın*da Baytar İbrahim Efendiden Fransızca öğrendi.
Mehmed Âkifin ilk şiir çalışmaları Baytar Mektebinde okuduğu yıllarda başlar. Yayımlanan ilk şiirleri Hazine-i Fünûn dergisindeki iki gazelle (1893-1894); Mektep Mecmuasındaki Kurana hitaptır (C. II, Mart 1311/1895). Meh*med Âkif de şiir duygusunun geliştiği bu yıllarda Edebiyat-ı cedidecilerin edebiyat anlayışı yaygınlaşıyordu. An*cak Âkifin eğilimi gelenekten yanadır. Bu yüzden ilk yaz*dığı dergilerden biri de gelenekçi ediplerin yer aldığı Resim*li gazetedir (1896). Gençlik şiirleri arasında bulunan Terci-i bendde Ziya Paşanın tesiri hissedilir. Asıl gelenekçi yönü*nü besleyen Mülkiyeden hocası olan Muallim Nacidir. Ge*lenekçiliğin o dönemdeki en önemli isimlerinden olan Mu*allim Naci, Batı tarzı yenilikçilerle gelenekçiler tartışmasında gelenekçilerin sözcüsü durumunda görünmüştür. Meh*med Âkif gelenekçi eğilimlerine rağmen, sonradan ilk gençliğinde yazdığı gazelleri nafile olarak nitelemiş ve gelenekçiliği, konu ve tarz olarak yenilikçi olmasını engel*lememiştir. Bu çerçevede üzerinde tesiri olanlardan biri de Abdülhak Hâmid (Tarhan)dir. Bu tesir 1908den sonraki şi*irlerinde hissedilmez. Gerçekte Mehmed Âkif, genç yaşta başladığı edebî faaliyetleri bırakıp on yıl süren bir bekleme devresine girer (1898-1908). Bu dönem, onun hayatın gerçeklerinden edindiği tecrübelerle hazırlandığı bir devre olarak değerlendirilmelidir.
Mehmed Âkifin şiir anlayışını etkileyen isimler arasında İranlı (Şirazlı) Hafız ve Sadi de vardır. 1898den itibaren Servet-i Fünûnda yayımladığı tercümeler arasında Hafızin şiir*leri de bulunur. Sadi ise, hikmetli hikâyeleri nazmetmesi ile Mehmed Âkifi etkiler.
1898de Resimli gazetede yayımlanan şiirlerinden biri Sa*didir. Bu Acem şairinden de tercümeleri vardır. Ayrıca bazı şiirlerinde Sadiden iktibaslara rastlanır. Servet-i Fünûnda ya*yımlanan bir ankete verdiği cevapta en çok tesirinde kaldığı edibin Sadi olduğunu belirtmiştir (1919). Batıdan tesirini ifa*de ettikleri ise Lamartine ve Alexandre Dumas Filsdir.
Mehmed Âkifin edebî ve fikrî hayatında dönüm noktası 1908 yılıdır. Bu yıl içinde Darülfünun Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine tayin olundu. Böylece edebiyatla uğraşması kolaylaştı. Ebülûlâ (Mardin) ile Eşref Edib (Fergan) tarafın*dan yayımlanmakta olan Sırât-ı müstakimde (VIII. C. den sonra 8 Mart 1912de Sebilür-reşâd adını aldı) yazmaya başla*dı. Bu dergide 1908de 29, 1909da 5, 1910da 7 şiiri yayımlan*dı. Bu şiirler arasında Küfe ve Seyfi Baba gibi ona geniş ün sağ*layanlar da vardır. Mehmed Âkif asıl edebiyatçı kişiliğini 1908den sonra bu dergide yayımladığı şiirlerle bulmuş, bil*hassa manzum hikayeleriyle dikkati çekmiştir.
Çocukluğundan beri hikâye ve masallara meraklı olan Mehmed Âkifin ilk okuduğu eserler arasında klasik bir aşk hikâyesi olan Leylâ ve Mecnûn (Fûzulî)un da olduğu bilini*yor. Edebî hayatının yeni başlangıç döneminde Edebiyat-ı Cedîdecilerin manzum hikâye modası yaygındı. Mehmed Âkif bu dönemde toplum hayatının çeşitli kesimlerinden çıkardı*ğı konuları canlı ve ilgi uyandırıcı bir şekilde işledi. Hikâye*lerin konularını sosyal olaylardan, hayatından ve İslâm tarihinden almış, bazı seyahatlerini de manzum olarak hikâye et*miştir.
ŞİİR VE FİKİR
Mehmed Âkifin edebî şahsiyeti fikir adamlığı yönü ile bütünlenir. Edebî bazı sohbet yazıları dışında, bütün nesirle¬rinde ve şiirlerinde belli bir fikrin takipçisi oldu. Diğer çalış¬maları dikkate alınmadan da, yalnız şiirleriyle, fikir adamlığı yönünü ortaya koymak mümkündür. (Şiiri bir mücadele ara¬cı olarak kullanırken, Batıcılığın belli başlı simalarından Tevfik Fikretle hayli sert bir münakaşaya girmekten de kaçınma¬dı. Bu münakaşanın yankıları sürekli olmuştur.)
XIX. asrın ikinci yarısında dünyada cereyan eden olaylar karşısında hem kendiliğinden oluşan bir halk şuuru ve hem de İslâm ül¬kelerinde daha çok entelektüel planda bir hareket olarak baş¬layan İslâmcılık, Mehmed Âkifin şahsında kuvvetli popüler temsilcilerinden birini bulmuştur. Cemâleddin Afganî (1838-1897), Muhammed Abduh (1848-1905) ve Abdürreşid İbra¬him (Safahatın II. kitabı Süleymaniye kürsüsündenin kahra¬manı, 1853-1944) bu hareketin ilk önemli isimlerindendir. Ce¬mâleddin Afganî ve Muhammed Abduh, Pariste el-Urvetül-vüskâ (Çözülmez bağ, Sağlam kulp) adlı İslâm âleminde anti-emperyalist eğilimler doğuran bir dergi yayımladılar (1884, 18 sayı).
ASRIN İDRAKİ VE İSLAM
Batıda gelişen teknolojinin gerisinde kalan İslâm toplu*luklarının önce iktisadî, sonra siyasî ve içtimaî bozulmaya uğramaları aydınların başlıca meselesi oldu. Bir kısım ay*dınlar hâlihazır Batı medeniyeti ve kültürünün tamamen taklit yolunu benimserken, İslamcılar, Batının ilmini, tekno*lojisini nakletmek ve fakat manevî-kültürel değerlerde İslâm kaynaklarına sadakati savundular. Müslümanların ge*rileme sebepleri arasında İslâmiyetten uzaklaşma ve İslâmiyeti yanlış anlamanın rolü üzerinde durdular. Cemâleddin Afganîye göre, Müslümanlar İslâmiyeti kaybetmişlerdir. Din yerine hurafeleri koymuş ve bunu İslâmiyet olarak ad*landırmışlardır. Muhammed Abduh, Müslümanların bu durumdan kurtulabilmeleri için dinin asıl kaynağına, Kuran ve sünnete dönmekten başka çare olmadığını belir*tir, İslamcılar siyasî plânda da bütün Müslümanların siyasî bir birlik olmaları gerektiği görüşündedirler. Mehmed Âkif bu temel ilkeleri şiirlerinde ve yazılarında sürekli olarak işledi.
FİKİR VE MÜCADELESİ
İslâm birliğinin savunucusu olan Mehmed Âkif, XIX. asrın ikinci yarısında başlayan Osmanlı Devleti içindeki Müslüman toplulukların ayrılıkçı hareketlerine karşı çıktı. 1908den ve özellikle de Balkan Savaşından sonra Türk aydınlan arasında Türkçülük yaygınlaşmaya başladı. Sebilürreşâd etrafın*da toplanan İslamcılar, Ziya Gökalp gibi Türkçüleri İslâmiyetin men ettiği kavmiyetçilikle suçladılar. Ancak bir süre sonra Sebilürreşâd kadrosu da ikiye ayrıldı. Âkif bu dönemde İslâmcılık görüşünü temellendirmek için âyet ve hadisleri yo*rumlayarak şiir ve nesirler ortaya koydu. Tercümeler yaptı. Tercümelerinin çoğu Şeyh Şiblî, Ferid Vecdî, Abdülaziz Çaviş ve Muhammed Abduh gibi çağdaş İslâm düşünürlerindendir.
Mehmed Âkif, bu asrın başında hızla gelişen birçok ola*yın içinde göründü. I. Dünya Savaşındaki görevleri ve Millî Mücadele sırasındaki faaliyetleri dikkat çekicidir. Millî Mü*cadelenin bütün İslâm âleminin kurtuluşuna hizmet edecek bir yönde gelişeceğine inanıyordu. Batı emperyalizmine karşı Türk milletinin verdiği savaş başarıya ulaşınca, diğer İslâm topluluklarının mücadeleleri için de adımlar atılabilecekti. Bu yüzden Millî Mücadele boyunca vatan sevgisi yanında, İslâm birliği ülküsünü terennümden de geri kalmadı. Ancak, Millî Mücadelenin sonunda hâkim olan eğilimler bu umutla*rı tamamen yok etti. Savaşı verirken alem olan mukaddesler geride kalmış, Batının belirlediği statüde yer almak kaygısı, devletin geleceğine yön verenlerin tayin edici düşüncesi ol*muştur. Bu safhada, Doğu dünyası bir Mecnun, İslâm Birliği ideali de erişilmesi imkânsız bir Leylâdır artık. Âkifin Nisan 1922de yazdığı Leylâ şiirinde bu duygular kuvvetle işlenmiştir. Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve hatta Şerif Hüse*yinin çevresindeki Arapların Osmanlı Devletine karşı ayak*lanmaları, Mehmed Âkifin İslâm birliğine olan inancını sarsmamışken, Millî Mücadele sonrası Türkiyenin durumu bü*tün ümitlerini kırdı. Yeni Türkiye Devleti idarecilerinin katı lâik, yer yer İslâmiyete aykırı ve karşı görünen uygulamaları bu idealin ortamını yok etmişti. Bu durum Mehmed Âkifi umutsuzluğa ve bunalıma sevk etti. Bu dönemde çok az eser verebildi. Mısıra yerleşmesi ve burada sürdüğü vatandan uzak hayat tasavvufî eğilimlerini ortaya çıkardı ve kuvvet*lendirdi.
MEHMED AKİFİN ŞİİR VE SANATI
Mehmed Âkif, Türk şiirinin XX. yüzyıl başlarındaki geli*şim çizgisinde önemli bir yer tutar. Cenab Şahabeddin, coş*kunlukla Edebiyat tarihi, şimdiye kadar Büyük Âkiften da*ha büyük İslâm ve Türk şairi tanımaz derken, Mehmed Âkifle ilgili bir monografisi olan Midhat Cemal Kuntay, Türk nazmının terkip kudretinin son noktasına Mehmed Âkifin eliyle çıktığım söyler. Bütün edebiyat tarihçileri, Meh*med Âkifin Türk nazmına getirdiği sesi, canlılığı, dil pürüz*lerinden arınmış sadeliği övmekte birleşirler. Bu kanaat, İslâm edebiyatının ortak vezni olan aruzu kullanmaktaki ustalığından doğmaktadır. Bütün İslâm şiirini bir âhenkte birleş*tiren aruz vezni, dokuz asırdır Türk şairleri tarafından da kullanılmaktaydı. Türkçede uzun hece olmaması yüzünden, bu veznin pürüzlerinden kurtulunamıyordu. Âkifledir ki bu vezin, günlük konuşmaları, en tabiî ifadeleri rahatça verebi*lecek bir âlet haline gelir. Onunla en duygulu mısraları bü*yük bir ustalıkla meydana getiren şair, manzum hikâyelerin*de basit mahalle sözlüğünü de kullanarak tabiî konuşma di*liyle uzun anlatımlara girmekten de geri kalmaz. Vaaz verir, nutuk çektirir, arzuhal yazar.
Mehmed Âkife göre sanat dava için, Şeriat içindir.Şiir*le düşünmeyi edebiyatımızda en ileri noktaya vardırmıştır. Toplum hayatında bir insanın ömrü boyunca başından ge*çenleri şiirle anlatmak onun tutkusu gibidir. Bu yüzden şiir*leri Müslüman Türk halkının, özellikle de İstanbulun, belli bir dönemdeki günlüğü, vekâyinamesi daha yeni bir tabir*le gazetesidir. Yaptığı işin şuurunda olan Âkif, bu yüzden şiirlerini Safahat (safhalar, dönemler) başlığı altında topla*mıştır, denilebilir. 1908den savaş yıllarına kadar olan şiirle*rinde, toplumun günlük hayatı Safahatın ilk kitaplarında şiirleştirilmiştir. Camiler, kahveler, sokaklar, meyhaneler belli başlı mekânlardır. Hastalar, yetimler, dullar, yoksullar, idari bozukluklar bu mekânlar üzerinde tablo tablo objektif olarak tasvir edilmiştir. Savaş döneminde bu günlük te de mahiyet değişikliği hissedilir. Artık günlük hayatın olağanı olağanüstüne dönüşür. Olağanüstü bu safhada destandır. Mehmed Âkifin şiiri de destanlaşır. Bu destanın kahramanı yeni neslin temsilcisi Âsımın şahsında bütün Müslüman gençlik ve Müslüman halktır. Mehmed Âkif Cumhuriyetin ilânından sonra, devrimler döneminde günlük yazmaktan uzaklaşır. Çünkü dış, yönetim, onu savaş veremeyecek kadar tecrit eder. Bu dönemdeki şiirleri kendi şahsının günlüğü ola*rak kabul edilebilir.
Şiiri bir tebliğ vasıtası olarak kabul ettiği, düşüncesinin emrine verdiği için şairanelik kaygısı yoktur. Söz odun gibi de olsa dâvayı anlatmalıdır. Kendisi yüksek hayallerden ka*çındığını âdi, basit şeylerden bahsettiğini ifade eder. Eşya*nın hakikatlerini hayal gücüyle değiştirip tabiatüstü bir şekle dönüştürmek yerine, her şeyi olduğu gibi, göründüğü gibi tasvir ettiğini söyler. En fukara muhitlere gider, onları bir ressam gibi aynen tespit etmeye çalışırım der,
hayal ile yoktur benim alışverişim
İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim.
mısraları şiirdeki düsturunu, gerçekçilik anlayışını açıklıkla ifade eder.
Şiirlerinin konuları, tasvirleri, karakterleri tamamen yerli*dir. Bu itibarla onu, geçen yüzyıllardaki mahallileşme cere*yanının çağımızdaki bir temsilcisi olarak görmek de müm*kündür.
Yaşanan hayat şiirinin başlıca konularındandır. Edebi*yatımızda onun kadar hayatı şiire ve şiiri hayata sokmuş şair yok*tur (Sezai Karakoç). Gerçekçilik ve toplum hayatından kalkış, fikriyatıyla birleşerek İslamiyetin cemaatçi cephesini ifadeye götürür. Bazılarınca natüralist, sosyal gerçekçi ve hatta sosyalist sayılan yaklaşımları bu çerçevede değerlen*dirilmelidir.
MEHMED AKİF ŞİİRİNİN ÖZELLİKLERİ
Âkifin şiirini oluşturan âmiller şöyle sıralanabilir:
1. Doğu-İslâm şiir kültürü. Bu, Divan şiirinde Sadi ve Mevlânada en güzel örneklerini bulduğumuz ahlâkî manzum hikâyecilik anlayışına kadar varan çerçevede*dir.
2. Batı etkisi. Mehmed Âkif bu yönden, Batı sanat akımlarından realizme bağlıdır. Müsbet ilim tahsilinden gelen olaylara gerçekçi, objektif ve tahlilci bakış alışkanlığı da bu kategoride mütalâa edilmelidir.
3. Dinî-tarihî çerçeve. Sıkıntılı günler yaşayan devlet ve millet hayatının İslâm ideali ile kucaklanmasından do*ğan bir samimiyet bu çerçeveyi belirler.
Bütün eserinde bir imân ve isyan iradesi sembolü olarak beliren Âkif, I. Safahatında dış dünyanın tesirlerini anlatır. Bu eser bizim hayatımız ve cemiyetimizin ortaya konulduğu bir laboratuar çalışması devresini belgeler. II. Safahatta ise, idealini İslâm öğretisinin mekteplerinden, haberleşme mih*raklarından camide bir öğreticinin ağzından takrir ettirir. Bu kitapta yer alan fikirler onun tasavvur ettiği cemiyetin heye*canlı bir beyannamesi görünümündedir. Sonraki üç Safa*hatta dış dünyadan yola çıkarak kendi iç dünyasına kapanan, yine de bütün varlığıyla toplumunu kavrayıp sarsmaya yönelen çırpmışlar hissedilir. Âsımda ise (6. kitap) bu çile döneminden çıkılmıştır. Şair bu kitapta fiilî tezi ortaya koyar. Âsımın neslinin pırıl pırıl heyecanlı aktivitesinden umutlu*dur. Bu genç ülkü erleri, toplumu karanlığından; aydınları yanılgılarından sıyırıp, İslâm toplumunu inançla yükseltecektir.
Ancak, toplum hayatındaki yeni cebrî oluşum, bu gidişi durdurur. Âkif zirveden derinliğe, iç bene iner. Bu yedinci ki*tapta (Gölgeler) ortaya konan tasavvufa varır. Toplum haya*tından ferdî tasavvufî hayata geçilmiştir. Başlangıçta böyle eğilimleri olmayan ve Vahdeti vücuda inanmayan Mehmed Âkif de yurdundan ayrıldıktan sonra tasavvufî ve Vahdeti vücudcu görüşler belirir. Gece, Hicran ve Secde adlı şiirlerin*de tasavvufî deneylerin, arayışların ürpertileri hissedilir.
Mehmed Âkif, Gece şiirinin farklılığına dikkat çeken H. Basri Çantaya Benim asıl vadim bu idi. Ben şiirimi cemiyete faideli olsun diye yazdım der.
Âkifin şiir dünyasındaki bütünlüğünü diğer ça*lışmalarında da bulmak mümkündür. Sebilürreşâdda yayım*ladığı edebiyat sohbetleri, âyet ve hadis açıklamaları yanında Millî Mücadele sırasında verdiği vaazlar da aynı doğrultuda çalışmalardır. Tercümeleri bu çalışma ve tebliğ hayatını bü*tünler.
AKİFİN TESİRLERİ
Mehmed Âkifin tesirleri çok yönlü ve kalıcı olmuştur. M. Cemal Kuntay, Tâhir Olgun (Tâhirül-Mevlevî). Osman Fahri, Neyzen Tevfik, A. Ulvi Kurucu Mehmed Âkifi örnek alarak şiirler yazdılar. Ancak bu isimlerin Âkifin çığırını tam manasıyla devam ettirdikleri söylenemez. Mehmed Âkif daha çok millî-İslâmî düşüncenin remzi (sembolü) olarak kabul görerek geniş bir kitle üzerinde etkili olmuş¬tur. Ölümünden sonraki yıllarda bu tesir ve ilgi daha da genişledi. Zamanla resmî kurumlar da Âkifin edebiyatımızdaki yerini ve önemini kabul etmek zorunda kaldılar.
Ölümünden 13 yıl sonra Ankara Belediyesi şairin bir süre kal¬dığı Tâceddin Dergâhının bulunduğu Demir taş sokağının adını Mehmed Âkif Ersoy Sokağı olarak değiştirdi (1949). Tâceddin Dergâhı da Hacettepe Üniversitesi tarafından onarılarak müze haline getirildi (1973). Türkiye Yazarlar Birliği 1978den itibaren Ankarada iken ikamet ettiği Tâceddin Dergâhında anma toplantıları düzenledi. Bu ve benzer ve faaliyetlerin oluşturduğu kamuoyu baskısı ile ilk defa vefatının ellinci yılında resmî tören ve toplantılar yapıldı (1986). Böylece İstiklâl Marşı Şairinin resmiyet nezdindeki itibarı kısmen iade edildi.
MEHMED AKİF ERSOYUN ESERLERİ
Mehmed Âkif şiirlerini 7 kitap halinde yayımladı, ilkinin adı olan Safahat sonradan şiir külliyatına ad olarak verildi. Safahatı teşkil eden 7 kitap:
1. Safahat (1911) 1908-10 arası Sırât-ı müstakîmde yayımlanan şiirlerinden dördü dışındakiler bu kitapta yer alır. Kitapta mevcut şiirler içtimaî hikâyeler (Küfe, Meyhane, Mahalle kahvesi), tarihî hikâyeler (Kocakarı ile Ömer, Dirvas) ve kendi hayatından kaynaklananlar (Hasta, Bebek-yahut hakkı karar, Seyfi Baba) şeklinde sınıflanabilir. Âkifin ilk kitabı Servet-i fününcuların da dikkatini çekti. Celâl Sahir ile Hamdullah Suphi arasın*da tartışmalar oldu.
2. Süleymaniye Kürsüsünde (1912). Kahramanı, Doğu Türklerinden Abdürreşid İbrahim Vaaz şeklinde tek şiir.
3. Hakkın Sesleri (1913). 8 âyet ve 1 hadis açıklaması dışında pek hazin bir Mevlîd gecesi adlı şiir yer almaktadır.
4. Fâtih Kürsüsünde (1914) Vaaz şeklinde tek şiir. Bu kitapta da İslâm dünyasının çeşitli meseleleri ele alınmıştır.
5. Hâtıralar (1917). 1913 başında Mısır ve Hicaza, 1914te Berline ve Necide yaptığı seyahatlerden izlenimler dı*şında âyet ve hadis tefsirlerine yer verilmiştir.
6. Âsım (1924). Muhavereli bütün bir manzum hikâyedir.
Kişiler: Hocazâde (Mehmed Âkif), Köse imam (Meh*med Âkifin babasının talebelerinden Ali Şevki Ho*ca), Âsım (Ali Şevki Hocanın oğlu). Emin (Âkifin oğlu). Mehmed Âkif, özlediği, yetiştiğini veya yetişece*ğini umduğu yeni nesli Âsımla sembolleştirir. Ça*nakkale şehitlerini tasvir ederken lirizmin şahikasına çıkar.
7. Gölgeler (Mısır, 1933). Daha önce dinî-didaktik şiirler yazan Âkifin bu kitabında dinî-lirik şiirler önemli yer tutar.
Mehmed Âkifin şiirleri ölümünden sonra Ömer Rıza Doğrul tarafından Safahat adı altında tek kitap hâlinde ya*yımlanmıştır (1943). Daha önceki kitaplarında yer almayan bazı şiirleri de bu kitaba alınmıştır (bunlardan en önemlisi, şairin milletin malı olduğu gerekçesiyle kitaplarında yer ver*mediği İstiklâl Marşıdır). 1943ten beri sürekli basılan bu ki*tap 8. baskıdan itibaren M. E. Düzdağ tarafından yayıma ha*zırlanmış, 10. baskıdan (1975) itibaren bazı şiirler ilâve edil*miş, devrimlere aykırı görülerek çıkarılan veya değiştirilen bazı kısımları eski hâline getirilmiştir. Safahat, Türk yayın hayatında hiçbir kitaba nasib olmayan bir ilgiye mazhar ol*muş. Mehmed Âkifin ölümünün ellinci yılından sonra (1986) telif haklarının sona ermesi dolayısıyla çok sayıda baskısı ya*pılmıştır.
Tercümeleri: Müslüman kadını (Ferid Vecdiden, 1909), Hanotonun İslâmiyete hücumuna karşı Şeyh Muhammed Abduhun müdafaası (1915), İçkinin hayât-ı beşerde açtığı rahneler (Abdülaziz Çavişten, 1923), Anglikan kilisesine cevap (A. Çavişten, 1924, bir kısmı Hazreti Ali diyor ki -1959 ve Hazret-i Alinin bir devlet adamına emirnamesi- 1963 adlarıyla yayımlandı), İslâm*laşmak (S. Halim Paşadan, 1919), İslâmda Teşkilât-ı siyasîye (S. Halim Paşadan, Sebilürreşâdda tefrika, 1922), Kuran tercüme*si (I. TBMM. Kuran-ı Kerimin tercüme edilmesi vazifesini Mehmed Âkife, tefsirini ise Elmalılı M. Hamdiye verdi. An*cak Mehmed Âkif sonradan bu işten muvaffak olamayacağı gerekçesiyle vazgeçti. Diğer bir kanaate göre de tercümesinin Cumhuriyet hükümeti tarafından Kuran yerine ibadette ikâ*me edilebileceği zannıyla metni teslim etmek istemedi. Câmiül-Ezher âlimlerinden Yozgatlı İhsan Efendiye ölürse ya*kılmak kaydıyla bıraktı).
Diğer eserleri: Kastamonu Nasrullah kürsüsünde (Millî Mü*cadele sırasında Nasrullah Camiindeki hitabesi, Elcezire Ku*mandanı Nihat Paşa tarafından Diyarbekir matbaasında bas*tırıldı, 1921). Kurandan âyet ve hadisler (Ö. Rıza Doğrul tara*fından Sebilürreşâdda çıkan sohbet ve makalelerden seçmeler, 1944). Mehmed Âkifin çeşitli makaleleri ölümünün ellin*ci yılı dolayısıyla toplanarak yayımlanmıştır (1987, hazırla*yanlar: Abdülkerim-Nuran Abdülkadiroğlu) Mehmed Âkif, Peygamberimizin son haccını anlatmak için Haccetil-vedâ, Âsımın devamı olacak İkinci Asım ve Selâhaddin Eyyubî ile ilgili bir piyes yazmayı da tasarlamıştı.
MEHMED AKİF ERSOYUN KRONOLOJİK HAYATI
Mehmed Akif, 1873 yılının kasım ayında İstanbulun Fatih semtinin Sarıgüzel, Sarı Nasuh, Mahallesinde dünyaya gelmiştir.
Babası Temiz Tahir Efendi, tahsil için küçük yaşında Arnavutlukun İpek kazasına bağlı Şuşisadan İstanbula gelir ve zamanın meşhur Fatih Medresesinin müderrislerinden olur. Akif, 1888 yılında hayatını kaybeden Tahir Efendiden, ilk olarak birinci kitaptaki Fatih Camiinde bahseder. Çocukluğundan ve babasından bahsederek onu erken kaybetmenin acısı, ona olan saygı, sevgi ve özlemini dile getirir. Asım adlı altıncı kitapta da uzun uzun Tahir Efendiden söz etmektedir.
Annesi Emine Şerife Hanım, aslen Buharalı olup Tokata yerleşmiş bir ailenin kızıdır.
Akifin Nuriye adında bir kız kardeşi vardır. Birinci kitapta yer alan Selma adlı şiirini ise yeğeninin ölümü üzerine kaleme almıştır.
Akif, 1878in Şubat ayında, 4 yıl 4 ay 4 günlük iken Emir Buharî Mahalle Mektebine başlamıştır. 1879da Fatih İptidaisine geçer ve babasından Arapça öğrenmeye başlar. 1882 yılında Fatih Merkez Rüştiyesine, 1886da ise Mülkiye İdadisine girer. (Mülkiye Mektebinin hazırlık okuludur, okulu 1888de bitirir). Babası Tahir Efendi, Akifin okulu bitirdiği bu yılda vefat eder. Akif onun için Hem babam, hem hocamdır. Ne biliyorsam kendisinden öğrendim der. Akif, babasının vefatı üzerine, geçim kaygısıyla Mülkiyenin yüksek kısmına gitmekten vazgeçer.
1889 yılında Sarıgüzeldeki evlerinin yanması üzerine, babasının talebesi Mustafa Sıtkı Efendi, aynı arsa üzerine ufak bir ev yaptırarak aileye destek olur. Yaşanan olaylarla gelen geçim sıkıntısı ve işsizlik nedeniyle Akif, 1889 yılının sonunda eğitime başlayacak olan Baytar Mektebine kaydolur. İlk sivil veteriner okul olan bu mektepten mezun olanlara hemen iş verilecektir. 1891e kadar Ahırkapıdaki sivil tıbbiye mektebinde eğitim gördükten sonra Halkalıdaki okula geçerek kalan ilk yılı da burada yatılı olarak okurlar. Bu okulda spor, güreş ve şiirle ilgilenir. 1893 yılında birincilikle bitirdiği okulundan baytar muavinliğine tayin edilir ve 1894 yılında Hazine-i Fünunda bir gazeli, 1895 yılında ise Mektep Mecmuasında Kurana Hitap şiiri yayınlanır.
1898 yılına kadar Osmanlı ülkesinde, Rumeli, Anadolu ve Arabistanın çeşitli yerlerinde görevli olarak dolaşır. Resimli Gazetede şiirlerinin yayınlanmaya başladığı bu yılda Tophane-i Amire veznedarının kızı İsmet Hanımla evlenir.1907de Çiftlik Makinist Mektebi Türkçe muallimliğine tayin edilir. 1908 yılında, Meşrutiyetten on gün sonra İttihat ve Terakki Cemiyetine kaydolur. Gerekçesi de millete faydalı olacak irşad ve eğitim faaliyetlerine katılmak şeklindeki arzusudur. Fakat cemiyetin yeminine, emr-i bilmaruf gereğince uymak şartını koşmuştur. Bu yıl içinde, başyazarının Mehmet Akifin olduğu Sıratımüstakim mecmuası yayınlanmaya başlar ve derginin sahipleri, Eşref Edip ile Ebulûla Zeynelabidindir. Derginin ilk sayısında Fatih Camii şiiri yayınlanır. 1910 yılına gelindiğinde, Baytar Mekteb-i Âlisi Mezununî Cemiyeti başkanlığına seçilir. Bir yıl sonra ilk şiir kitabı olan Safahat yayınlanır. Mayıs ayında bu dergi sıkıyönetim nedeniyle kapatılır.
1912de Süleymaniye Kürsüsünde şiiri Sıratımüstakimde tefrika edilir ve eylül ayında kitap olarak çıkar. Ebulûlanın dergiyi bırakması ile derginin adı Sebilürreşad olarak değiştirilir. Ayrıca 8 Ekim 1912de Balkan Harbi başlar. Mehmet Akif de 1913 yılında Bayezid, Fatih ve Süleymaniye camilerinde vaaz verir.
Bu yılın mayıs ayında, Baytarlık Dairesi Müdür yardımcılığından ve baytarlıktan istifa eder. Ayrıca, Fatih Kürsüsünde şiiri yayınlanmaya başlar, Hakkın Sesleri ise yayınlanır.
Akif, 1914 yılının ocak-mart dönemini Abbas Halim Paşanın daveti ile (İstanbul-Beyrut-Kahire-Eluksur-Kahire-Medine-Şam-İstanbul) Mısırda geçirir. Eylül ayında, Darül-hilafetil-âliye Medresesinin orta bölümünde Türkçe-edebiyat dersleri vermeye başlar. Fatih Kürsüsünde şiiri bu yıl içinde üç baskı yapar.
Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Berline gönderilen Akif, Fransız ordusunda savaşan Müslüman askerler için Arapça beyannameler yazar ve bu yazılar cephelere uçaklardan atılır. Ayrıca Berlin Hatıraları şiiri burada kaleme alınır ve 1915te bu şiir Sebilürreşadda yayınlanmaya başlanır. Yine bu yılın içinde Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Kuşçubaşı Eşrefle Necit seyahatine çıkar ve Medineyi ziyaret eder. Ziyaretin ürünü olarak Necid Çöllerinden Medineye şiirini yazar. Sebilürreşad dergisi birkaç kez açılıp kapanma sürecini yaşadıktan sonra, hükümet tarafından 1916nın Ekim ayı itibarıyla yirmi ay kadar kapatılır ve Sultan Vahideddinin cülûsu üzerine sansürün kaldırılması ile dergi tekrar yayınlanmaya başlanır.
Safahatın beşinci kitabı Hatıralar 1917de yayınlanır ve 1918de ikinci baskısı yapılır. 1918de Mekke emiri Şerif Ali Haydar Paşanın daveti üzerine Akif Lübnana gider. Yüksek İslâm Tebliğ ve Danışma Heyetine burada iken başkâtip olarak tayin edilir.
1919da yayınlanmaya başlanan Asım 1924e kadar aralıklı olarak Sebilürreşadda yer alır.
Sebilürreşad, 1920 yılında, idarehanenin Millî Mücadeleye katılmak için Anadoluya geçmiş olanları ile İstanbuldaki yakınlarının gizli haberleşme merkezi hâline gelir.
Akif, Balıkesirde Zağanos Paşa camiinde Millî Mücadeleyi destekleyen vaazını verir. Nisan ayında oğlu Emin ve Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey ile Ankaraya gider. Meclisin önünde Mustafa Kemal Paşa ile karşılaşmaları üzerine Paşanın Sizi bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz, şimdi görüşmek kabil olmayacak, ben size gelirim demesi gerçekleşir ve Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde Mehmed Akifin Ankaraya gelişi İslâm Şairi Akif Bey başlığı altında verilir.
Mustafa Kemal Paşa, Konya vali vekili ve kolordu kumandanı Miralay (Albay) Fahreddine (Altay) Mehmed Akifin Burdurdan mebus seçilmesini sağlamasını bildiren telgraf yollar.
Ancak Akif, Bigadan en yüksek oyu alarak mebus seçilir. Bunun üzerine, Burdur mebusu seçildiği yönündeki mazbata Meclise ulaşır ve Meclis tarafından oy birliği ile kabul edilir.
Mehmed Akif de Meclise takrir vererek Burdur mebusluğunu tercih ettiğini bildirir.
Bu yılın içinde, Erkân-ı Harbiyenin isteği üzerine Maarif Vekâletince açılan İstiklâl Marşı yarışması haberi Hâkimiyet-i Milliyede yayınlanır.
Mehmed Akif, Kastamonunun Nasrullah Camiinde Sevri anlatan ve Millî Mücadeleyi destekleyen meşhur vaazını verir. Ayrıca Ankarada ev buluncaya kadar Kastamonuda oturmak üzere ev tutar, Sebilürreşad da Kastamonuda yayına başlar. Akifin Nasrullah Kürsüsünde verdiği vaaz bu nüshada yayınlanır. (Bu sayı büyük ilgi gördüğünden bir kaç defa basılır.)
1920nin Aralık sonunda Mehmed Akif Ankaraya döner. Mustafa Kemal, Sebilürreşad kadar hiçbir gazetenin neşredilemediğini ve manevî cephemizin kuvvetlenmesinde Sebilürreşadın büyük hizmeti olduğu bildirerek teşekkürlerini sunar.
1921 yılında Sebilürreşadın Ankarada ilk sayısı çıkar (467. Sayı). (Dergi bu dönemde Büyük Millet Meclisi tarafından desteklenmiştir.)
Maarif Vekili Hamdullah Subhi İstiklâl Marşı için Mehmet Akife tezkere yollar. Yarışmaya katılan şiirlerden seçilen altı tanesi basılarak milletvekillerine dağıtılır.
Hamdullah Subhi yarışmaya katılan ve seçilen şiirlerden birinin kürsüden okunması kararı üzerine kürsüye çıkarak yarışma hakkında bilgi verir. Gelen şiirleri yetersiz gördüğünden Mehmed Akif beyefendiye müracaat ettiğini, endişeleri ortadan kaldırmak üzere elinden geleni yapacağını bildirdiğini ifade ettikten sonra, muhteşem bir şiir yolladığını açıklar. Hamdullah Subhi Bey, Mehmed Akifin şiirini okurken Mehmet Akif salonu terk eder. Şiir büyük bir heyecanla karşılanır.
İstiklâl Marşı yarışmasının sonuçlandırılması ile ilgili tartışmalardan sonra, sadece Mehmed Akifin İstiklâl Marşının oylanması konusunda verilen önergeler kabul görür ve TBMM ekseriyet-i azime ile (büyük çoğunlukla, bir üye hariç) Mehmet Akifin İstiklâl Marşı şiirini Millî Marş olarak kabul eder.
İstiklâl Marşını millî marş olarak Meclis başkanı Mustafa Kemal Paşa ve milletvekilleri ayakta dinlemişlerdir. Hâkimiyet-i Milliyenin 2. sayfasında da Büyük Millet Meclisinin 12 Mart 1337 tarihli toplantısında özel takdirlerle kabul olunan İstiklâl Marşını yayınlıyoruz denilerek İstiklâl Marşı bir daha yayınlanır.
Bu arada TBMM Hükümeti ile SSCB arasında Moskova Anlaşması imzalanır.
Hakimiyet-i Milliyede, Eşref Edibin Anadoluda İslâm kongresi başlıklı Hüseyin Ragıb Beyefendiye ithaflı yazısı yayınlanır. Bu yazıda, Hükümetin böyle bir işe girmesinden duyulan memnuniyet dile getirilmektedir. Bu yıl içinde Yunan ordusu Bursa ve Uşak cephelerinde ileri harekâta başlar, Sapanca ve Adapazarı işgal edilir. Bursanın işgali haberleri üzerine Bülbül şiiri yazılır.
1922 yılında Said Halim Paşa Malta sürgününde Fransızca olarak İslâmda teşkilat-ı siyasiye adlı eseri yazar. Akif, Said Halim Paşadan tercüme ettiği bu eseri Sebilürreşadda yayınlamaya başlar.
Ali Fuat Paşanın başkanlığındaki heyette yer alan Mehmed Akif, cepheleri dolaşarak Büyük Taarruz öncesi askeri cesaretlendirici konuşmalar yapar. (1-16 Ağustos). 1923 yılında ailesiyle İstanbula döner.
1924te Zeki Üngörün İstiklâl Marşı bestesi kabul edilir.
Asımın Çanakkale Şehidlerine diye bilinen bölümü Sebilürreşadda yayınlandıktan sonra Asım kitap olarak yayınlanır. 1925 yılının Mart ayında, birçok gazete ile birlikte Sebilürreşad da Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılır.
TBMMde Kuran-ı Kerimin Türkçeye tercümesi ve tefsir çalışması ile ilgili önerge kabul edilir. Bu işin ancak Mehmed Akif tarafından yapılabileceği konusunda görüş birliği oluşur. Dostlarının telkinlerinin sonuç vermemesi ve Diyanet İşleri Resi Rifat Beyin, Aksekili Ahmed Hamdiyi görevlendirmesine rağmen, onun ısrarlarına rağmen sonuç alınamaz. Fakat Ahmed Naim Efendinin ısrarı üzerine tercüme değil de meal hazırlamayı kabul eder. 1000 lirayı ise Sebilürreşadın yeniden yayınlanması için Eşref Edibe verir.
1925 yılı, Akifin Mısıra son gidişi olur. Rejim düşmanı gibi peşine polis takıldığı için yurdu terk eden Akif: Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben, vatanını satmış ve memleketine ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum. siteminde bulunur. On buçuk sene dönmediği Mısırda, iki yıl Abbas Halim Paşanın sarayının karşısındaki küçük bir köşkte oturur.
1926 yılında Akifin annesi Emine Şerife Hanım 90 yaşında vefat eder ve Akif, bu yılın ocak ayında Kuran tercümesi için çalışmaya başlar.
Latin alfabesinin kabulünden önce, altı Safahattan beşi (4. Hariç) tekrar 1928 yılında basılır. Temmuz ayında ise Kuran tercümesi tamamlanarak 1929 yılında temize çekilmeye başlanır.
Bu yılın içinde Akif, Mısır Üniversitesi (el-Camiatül-Mısriyye)nde Abdülvehhab Azzamın aracılığı ile Türkçe hocalığına başlar.
1931 Ramazanında İstanbulun bazı camilerinde Kuran-ı Kerim Türkçe okunur ve Akif, tercümeden vazgeçtiğini belirten yazısını yazar. 1932 Ramazanında camilerde Türkçe Kuran okunur, Kadir gecesinde Ayasofya camiinde teravihten sonra okunan tercüme radyodan naklen verilir. Ramazanın son cumasında ise Saadettin Kaynak Süleymaniye camiinde smokinle hutbe okur.
Akif, Kuran-ı Kerim tercümesi ile ilgili mukaveleyi fesheder. (İşi ve borcu Elmalılı Hamdi devralmıştır) Nedeni ise Tercüme güzel oldu, hatta umduğumdan daha iyi. Lakin onu verirsem namazda okutmaya kalkacaklar. Ben o vakit Allahımın huzuruna çıkamam ve Peygamberimin yüzüne bakamam. düşüncesidir.
Yine bu yıl, Diyanet İşleri Başkanlığının bir yazısı ile Türkçe ezan uygulamasına geçilir.
1933 yılında, Safahatın yedinci ve son kitabı olan Gölgeler Kahirede basılır. (19181933 arasında yazılan 41 şiir)
Ezan ve kametin Türkçe okunmasını istemeyen halk, Bursa Ulu Camiinde namaz kıldıktan sonra Vilayet önüne gelerek toplanır. Bu sebeple tutuklanan çok sayıda kişiden 19una Çorum Ceza mahkemesinde ağır cezalar verilir.
1935 yılında rahatsızlanan Akif, Cebel-i Lübnana gider fakat 1936da hastalığı ilerler. Bunun üzerine Türkiyeye dönmeye karar verir ve Kuran tercümesini Yozgatlı İhsan Efendiye şu sözleriyle teslim eder: Ben sağ olur da gelirsem noksanlarını ikmal eder, ondan sonra basarız. Şayet ölür de gelmezsem bunu yakarsın.
17 Haziranda Mısırdan İstanbula vapurla döner ve Şişli Sıhhat Yurdunda yirmi gün yatarak teşhis ve tedavisi yapılır. Yine Halim Paşa ailesine ait Beyoğlundaki Mısır Apartımanında hazırlanan daireye yerleştirilir. Bu dönemdeki Dâhiliye Vekâleti Emniyet Umum Müdürlüğünün İskenderiye Konsolosluğuna yazısı: Memlekete dönen Şair Akife ne zaman ve hangi konsoloslukça vize verildi?şeklindedir.
Ve Mehmed Akif, 1936 yılının 27 Aralık Pazar günü saat 19.45te Mısır Apartımanında vefat eder.
İstanbul gazeteleri Mehmed Akifin ölüm haberine çok kısa yer verir ve Ankaradan Üniversiteye ve resmi yetkililere tören yapılmaması ve törenlere katılmamaları hakkında emir gönderilir. Gençler, Bayezid Camii avlusundaki tabutu tanıyarak Kâbe örtüsü ve bayrağa sarılı olarak Bayezidden Edinekapıya kadar el üstünde taşırlar. Akif, Edirnekapıda sevdiği arkadaşı Ahmed Naim Beyin yanına defnedilmiştir.
1938 yılında üniversiteli gençler Mehmed Akifin kabrini yaptırır ve 27 Aralık Mehmed Akifi anma toplantılarının yapılmaya başlandığı tarih olur.
1944 yılındaki Safahatın Latin harfli baskısını, damadı Ömer Rıza Doğrul yayına hazırlamıştır. (10. Baskıdan itibaren M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yeniden düzenlenerek yayınlanır, 1975) 1949 30 Ekim ayında, Taceddin Dergâhı Ankara Şehir Meclisi kararıyla müze haline getirilir.
1961de Akifin Kuran mealini emanet ettiği Yozgatlı İhsan Efendi vefat eder. Mehmed Akifin meali ve İhsan Efendi tarafından istinsah edilen sureti, oğluna vasiyeti üzerine yakılır.
1973 yılında Taceddin Dergâhı Mehmed Akif Evi müzesi olarak tanzim edilerek açılır.
1986 yılı, vefatının 50. yılı dolayısıyla Mehmed Akif yılı ilan edilir. Kültür Bakanlığının teşebbüsü ile kabri yeniden yapılır.
4 Mayıs 2007, 12 Martın İstiklâl Marşının kabul edildiği günü ve Mehmed Akif Ersoyu anma günü olarak kutlanması ile ilgili kanun TBMMde kabul edilir ve 7 Mart 2008de Resmi Gazetede yayınlanır.
MEHMED AKİFİN SANAT ANLAYIŞINI NE BELİRLİYOR?
İslamcı ve toplumcu karaktere sahip olan Mehmet Akifin şiirleri, onun sanatkârlığı kadar fikir adamı özelliğiyle değerlendirildiğinde ayrıca değer kazanır. İslamcılık, Türkçülük, Osmanlıcılık, Batıcılık gibi akımları temsil eden sanatçılardan farklı olan Akif, insanın ruh hallerini muhteşem bir lirizmle dile getirmektedir. Onun lirizmi, toplum sorunlarını tasvirlerle ele alması ve bu meselelerin şahsında derinleşmesiyle başlar. Süleyman Nazife göre Akif, nasıl hissettiyse öyle yazmıştır. Öyle olmasaydı yazıları karşısında kalpler bu kadar derinden etkilenmezdi. Bu çerçeveden bakıldığında ise Akife göre sanatkâr, toplumun ızdıraplarına kayıtsız kalmamalı, din ile sanat ve bilimin uyum içinde ilerlemesine katkıda bulunmalıdır.
Sosyal faydayı esas alan Akif, Namık Kemal gibi topluma yeni bir şekil vermek değil, milletimizin yüzyıllarca inandığı değerlerle sahip olduğu kimliğine sahip çıkması derdindedir. Sorunu sadece söylemeyip çözümünü de önerdiğinden natüralist olarak nitelendirilen Akif, olaylara tuttuğu İslami ve ahlaki ışıkla natüralistlerden aynı zamanda farklıdır da.
Birçok doğulu ve batılı edipten beslendiğini ifade eden Akif: Şiire Sadi mesleğini taklitle başladım. Arapları çok okudum Frenklerden en çok sevdiğim Lamartine ile Daudetdir. der. Hikâye ve tasvirlerindeki incelik onu Sadiye yöneltirken her şeyi olduğu gibi göstermesi ise Daudetyi okumasındandır. Halkın arasına karışması, onu gerçekçiliğe ulaştırdığı kadar onun tasvir etme yeteneğini de geliştirmektedir. Rum tren memurunun Tren kaçar a kuzum! şivesini şiirlerinde kullanması da bunu göstermektedir. Çünkü Akif, gerçeği yansıtırken etki uyandırmak amacındadır. Akifin tenkit ve alayı başarıyla kullandığı da rahatlıkla söylenebilir.
Şiirlerine duyulan ilgiyi resmi zorlama, pazarlama veya reklam olmadan taşıyan Akif, Orhan Okayın ifadesiyle hiçbir zaman popülizme düşmemiştir. Safahata olan ilgi, milletin derdini dile getiren toplumsal meseleleri ele alması, dini ve toplumsal içerikli motifleri ustalıkla kullanması ve olaylarla içli dışlı olan tarzından ötürü günümüzde de devam etmektedir.
Yedi kitaptan oluşan Safahat, yazıldığı devrin ve çevrenin objektif yansıması olduğu kadar, şairin sosyal hayattan mistik hayata ilerleyen kişiliğinin sanatkârane bir üslup içinde işlenmesidir de. Tanpınarın sözleriyle noktayı koyabiliriz: Hiçbir şairimiz onun kadar ilhamının ufkunu geniş tutmamıştır.
KAYNAKLAR
*Vefatının 60.Yılında Mehmet Akif Sempozyum Bildirileri, 30 Aralık 1996, İstanbul, İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İsar, Yay. Haz: Prof Dr. İnci Enginün
* Nazif, Süleyman: Mehmet Akif, Şairin Zatı Hakkında Bazı Malumat ve Tedkikat, İstanbul, 1924
*Mehmet Akifin Sanatı, Edebiyat ve Fikir Dünyasından Çizgiler, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları S.65, Yay. Haz: Doç. Dr. Kazım Yetiş, Ankara, 1992
* Düzdağ, M. Ertuğrul: Mehmet Akif Hakkında Araştırmalar, Marmara Üniversitesi Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezi, Fatih Yay. Matbaası, İstanbul, 1987
* Okay, M. Orhan: Mehmet Akif, Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, Akçağ, Ankara, 1989
* Düzdağ, M. Ertuğrul: Mehmet Akif Ersoy, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1996
* Dünya Bülteni
* Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları
İSLAM DAVASININ NEFERİ "MEHMED AKİF ERSOY" | İslam ve İhsan