İslam İslamın İlk Kadın Alimleri Nasıl Kabul Gördü?

Eylül Başak

Administrator
Yönetici
Adminiçe
31 Mar 2020
18,192
86,237
İSLAM'IN İLK KADIN ÂLİMLERİ NASIL KABUL GÖRDÜ?

İslam dininin kadına verdiği değer ne yazık ki modern dünyada pek anlaşılamıyor. Peki meselenin aslı ne?

Günümüzde bazı çevrelerin kadınların eğitimi, özellikle de yüksek öğrenimleri konusunda tutucu bir tavır takındıklarını biliyoruz. Kadın ve erkeklerin eğitim için dahi olsa aynı ortamda bulunamayacakları şeklindeki görüşlerini, kendilerinin değil de bizzat İslamın görüşü gibi sunmaları dikkat çekici. Öyle ki, kadınların okuyabileceği fakültelerin dahi listelerini yayınlıyor, organize ettikleri öğrencilerle üniversite yönetimlerine baskı yapıp yüksek öğretimde harem-selamlık sistemine geçilmesini talep ediyorlar.
Aynı çevrelerin ilahiyat eğitimine olumsuz bakmalarıysa işin izahı zor olan kısmı. Burada o çevrelere cevap verecek değiliz. Mamafih gerek toplumun aydınlatılması, gerekse İslam ilim ve kültür tarihinde bunun nasıl değerlendirildiğinin izah edilmesi ciddi bir zorunluluk teşkil ediyor. İşte bu yüzden dönem şartlarında erkek öğrencilerin, haber nakilcilerinin veya ilim erbâbının kendilerinden haber almaları çerçevesinde kadınların ilmî hayattaki yerlerini ve onlara bakışı ele almaya çalışacağız.
İslamın tebliğ döneminde kadınların, sorularını çekinmeden Resulullah’a (sas) sorduklarına dair rivayetler mevcut. Bu, kadınlara ait özel bir duruma, eşler arasındaki ilişkiye veya toplumdaki bir soruna dair olabiliyordu. Hatta bilhassa Medineli Müslüman kadınların soru sorma konusundaki rahatlıkları Mekkeli Müslümanların dikkatini çekmiş ve serzenişlerine konu olmuştur.
Hatta özel durumu hakkında soru soran bir kadına Hz. Aişe’nin (ra), “Kadınları rezil ettin” demesine Resulullah müdahale etmiş; utanma gerekçesinin Ensar kadınlarını ilimden mahrum bırakmadığını ifade etmiştir.
Bu dönemde Resulullah’ın kadınların eğitimine ayrı bir önem vermesine dayanarak bunu günümüz dahil olmak üzere bütün zamanların en büyük eğitim hamlesi olarak değerlendirirsek kronolojik açıdan abartmış sayılmayız.
Hz. Peygamber sonrasında ise özellikle hayatına veya sözlerine dair bilgilerin aktarılmasında kadın sahabîlerin önemli rol üstlendiklerini biliyoruz. Zevceleri, Resulullah’ın ev hallerine veya duyduklarına dair bilgiler aktarırlarken, şahsî ilişkiler çerçevesinde de birçok kadının Resulullah’tan gördüklerini, duyduklarını sonraki nesle anlattıkları olmuştur.
Hz. Peygamber’in hanımlarından başka daha birçok sahabî kadın nakilde bulunmuştur. Hatta bazıları Resulullah’ın hanımlarından daha çok haber aktarmıştır. Nitekim Hz. Peygamber’le evli olmayan Esmâ bt. Umeys 60, Esmâ bt, Ebî Bekr 58, Ümmü Hâni 46, Ümmü Atiyye 40, Fâtıma binti Kays ise 34 hadis rivâyet etmiştir.

METİN TENKİDİNDE MODEL KADIN
Hiç şüphesiz ilmî hayatta sahabe dönemi kadınları arasında Hz. Âişe’nin apayrı bir yeri vardır. Gününün önemli bir bölümünde kendisiyle görüşmek üzere gelenlere vakit ayırdığını, onların sorularını cevaplandırdığını veya toplumdaki yanlışları tashih ettiğini görürüz. Özellikle Kur’ân konusundaki bilgisinin derinliği ve Resulullah’a yakınlığı sebebiyle birçok yanlışı düzeltiyor, hâdisenin veya sözün doğrusunu dinleyicilerine aktarıyordu.
Burada altını çizmemiz gereken bir diğer husus, Hz. Aişe’nin diğer sahabîlere karşı da ciddi eleştiriler getirdiğidir. Tenkit konusundaki yetkinliği sonraki dönemlerde örnek olarak sunulmuş, bilhassa metin tenkidinde modelliğine temas edilmiştir. Bu hususta birçok yönteme başvurduğunu; işittiği haberi Kur’ân, sünnet, hadis, tarih, akıl, mantık ve dil gibi birçok kriterle değerlendirdiğini biliyoruz. Hakkında müstakil bir çalışma yapılmış olması da bu konuda ne kadar çok örnek olduğunun ispatıdır.

KADIN HADİS RİVAYET EDEBİLİR Mİ?
Sahabe sonrası dönemde bu ilmî geleneğin sürdürüldüğüne ve korunmasında hassasiyet gösterildiğine dair örneklere sahibiz. En önemli siyer âlimlerimizden Muhammed İbn İshâk’ın (ö. 151), hocası Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm ile yaşadığı hâdise bunun somut örneğidir. Bir defasında Abdullah yanına gelen İbn İshâk’ı kast ederek kendisinin de kaynakları arasında yer alan eşi Fâtıma’ya, “Muhammed’e, Amre’den ne işittiğini söyle” demesi üzerine Fâtıma, “Amre, Âişe’nin, ‘Nebî, Çarşamba gecesi defnedildi’ dediğini işittim” der (Taberî, Târîh, II, 241).
Bu rivâyetten de anlaşılacağı üzere ilgili dönemde kadınlar sadece duyduklarını aktarmıyor; bir rivâyetin nasıl aktarılması gerektiğini de biliyorlardı. Söz konusu dönemin ilim dünyasında kadınların, kitaplar, risaleler yazmasalar da erkek âlimlerin ulaşamadıkları kaynaklardan haber naklinde bulunmak suretiyle onlara yardımcı oldukları görülmektedir.
Kadınlar ile ilim taliplilerinin görüştüklerine dair sayısız örnek olmasına rağmen burada bütün örnekleri vermemiz mümkün değil. Ancak asıl üzerinde durmak istediğimiz mesele, bu tür görüşmelere nasıl bakıldığıdır. Dolayısıyla örnek olarak ele alacağımız olay, İbn İshâk’ın yukarıda ismi geçen Urve’nin oğlu Hişâm’ın eşinden haber nakletmesine Hişâm’ın gösterdiği tepki ve bu tepkinin ilim çevrelerinde nasıl karşılandığıdır. Klasik dönemdeki yaklaşımı göstermesi açısından oldukça önemli olan bu hâdise aslında günümüze de ışık tutar niteliktedir.
Meselenin temelinde İbn İshâk’ın, Hişâm b. Urve’nin eşi Fâtıma bt. el-Münzir’den hadis rivâyet etmesi yatar. İbn İshâk, Fâtıma’dan hadis rivâyet etmiş, kendisinin de ondan rivâyet ettiğini ve onun yanına girdiğini söylediği kaydedilmiştir. Fâtıma’nın eşi Hişâm, İbn İshâk’ın, karısından haber naklettiğini duyunca “O karımın yanına mı giriyor? Ne zaman onun yanına girdi ve ne zaman ondan işitti?” diyerek tepki göstermiş, hatta bazı varyantlarda onun “Allah’ın düşmanı, yalancı, pislik” gibi ağır ithamlara giderek “İbn İshâk, karım Fâtıma’dan rivâyet ettiğini söylüyor. Allah’a yemin ederim ki, onu asla görmedi” dediği nakledilmiştir.
Hişâm b. Urve’nin bu ağır ve sert inkârına rağmen sonraki dönem âlimleri arasında birçok kişi onun sözlerine tepki göstermiştir. Tepkileri kaydetmemiz, hem o dönemin, hem de ileriki yılların ilmî bakış açısı ve geleneğini göstermesi açısından son derece önemlidir. Büyük bir hadis âlimi olan ve 855 yılında vefat eden Ahmed b. Hanbel, bu konuda İbn İshâk’ı savunarak, “Hişâm bunu neden inkâr ediyor ki? Muhtemelen İbn İshâk, ona gelerek izin istemiş, o da izin vermiş ve ondan rivâyet etmiştir. Bunu Hişâm bilmiyor olabilir” derken başka bir yerde, “Bu işitme onun mescide veya dışarı çıktığı bir zamanda olmuş olabilir” demiştir.
965’de vefat eden bir diğer hadis âlimi İbn Hıbbân, örnekler getirerek Hişâm’ı bu sözlerinden dolayı eleştirmiş; “Hişâm b. Urve’nin bu sözü bir kişinin hadiste tenkit edilmesine yeterli değildir. Nitekim Irak halkından Esved, Alkame, Hicâz halkından Ebû Seleme, Atâ ve daha küçükleri gibi birçok kişi Âişe’den işitmiştir…” demiştir.
1347’de vefat eden tarihçi ve hadis âlimi Zehebî ise hâdiseyi farklı ihtimallerle açıklayarak İbn İshâk’ı savunur: “Hişâm yemininde doğrudur. Onu görmemiştir. Zaten İbn İshâk da onu gördüğünü iddia etmemekte, onun kendisine rivâyet ettiğini söylemektedir. Biz de birçok kadından rivâyet ediyoruz ama onları görmüyoruz. Aynı şekilde tâbiûndan birçok kişi, Hz. Âişe’den rivâyet etmiş, ancak yüzünü görmemişlerdir… Tâbiûndan birçok kişi sahabe kadınlarından haber aldıkları gibi, İbn İshâk’ın da, Fâtıma’nın yanına küçükken girmiş ve ondan rivâyet etmiş olması mümkündür. Zira Hişâm’dan on yaş büyüktür… Fâtıma, İbn İshâk’ın süt teyzelerinden biri olabilir, bu nedenden dolayı yanına girmiş olabilir. Hişâm da teyzesi veya halası olduğunu bilmediği için böyle söylemiş olabilir.”
1448’de vefat eden İbn Hacer ise Fâtıma’nın Hişâm’dan 13 yaş büyük olduğunu, İbn İshâk’ın hadis aldığında onun 50’sini geçtiğini ve İbn İshâk’tan başkalarının da Fâtıma’dan rivâyet ettiklerini belirtmek suretiyle Hişâm’ın haksız olduğunu ifade etmiştir.
Bütün bunların haricinde başka âlimler de, “Fâtıma, ona yazmış olabilir”, “Kocasının olmadığı bir zamanda aralarında örtü olduğu halde ondan işitmiş olabilir”, “Muhtemelen karısının yanına henüz çocukken girmiş ve ondan işitmiştir” gibi farklı ihtimalleri gündeme getirerek İbn İshâk’ı savunmuştur.
Görüleceği üzere çağdaşı ve sonraki dönemlerdeki birçok âlim, İbn İshâk’ın bir kadından rivâyetini son derece tabii karşılamış, ilmî çerçevede değerlendirmiş, dahası kendilerinin kadınlardan rivâyetlerini buna delil göstermişlerdir. Arada perde olması, akrabalık veya yaşının küçüklüğü gibi hususları ise Hişâm’ın, baş başa kalma veya görmediği şeklindeki yeminine karşı izah olarak getirdikleri anlaşılır.
Yeri gelmişken belirtelim ki, biz de Hişâm’ın bu gerekçeyle İbn İshâk’ı eleştirmesinde samimi olmadığını düşünüyoruz. Zira kendisi, ilmî geleneğe yabancı biri değildir ve İbn İshâk’ın, eşini görmeden de ondan haber almış olabileceğini pekâlâ biliyordur.
Aksi halde, aynı kültürel ortamı paylaşan Abdullah b. Ebî Bekr’in, eşi Fâtıma’ya, “Amre’den işittiğini Muhammed’e anlat” diyerek öğrencisine ilmî hoşgörü ortamı sunan bir anlayış ile Hişâm’ın tepkisini bağdaştırmak mümkün değildir. Biz, Hişâm’ın İbn İshâk’la başka bir meselesinin olduğunu, ancak meseleyi dile getiremediği için eşinin adını kullanarak yalancılıkla itham etmek suretiyle onun ilmî seviyesini düşürmeye çalıştığı kanaatindeyiz.
Bütün bunlardan sonra açıkça ifade edebiliriz ki, İslam ilim geleneğinde kadınların ötelenmesi, dışarıda bırakılması, kadınlarla erkeklerin ilmî alış-veriş içerisinde bulunmalarının yasaklanması söz konusu değil. Yüz yüze görüşmeme, birebir kalmama veya bunu izah kabilinden dile getirilen hususların dönemin din algısı, örfü ve hayat alışkanlıklarıyla alakalı olduğu kanaatindeyiz.
Sonuç itibariyle İslam ilim geleneğimize bakarak bugün, İslam ilim ve kültür hayatını sadece erkekler üzerinden okuma, kadınları yok saymakla yetinmeyerek onları dışarıda tutma çabasının son derece yanlış, hatta yakışıksız olduğunu ifade etmeliyiz.
 
  • Beğen
Tepkiler: Eymen

Son mesajlar