VASATLIK
Anahtar kelimemiz, Bakara suresinin 143. ayetinde zikredilen ‘vasat ümmet’ (ummeten vasaten)’tir. Vasat nedir, vasat ümmet ne demektir? Vasatlığın en sağlam kriteri kimdir?
VASATLIK
Vav-sin-tı harflerinden oluşan vasat kelimesi bir yeri ortalamak, bir topluluğun ortasına oturmak, adaletle aralarını bulmak, orta yolu bulmak, şerefli ve soylu olmak, kavmin ortası olmak gibi anlamlar içermektedir. Görüldüğü gibi vasat kelimesi bütünüyle müspet bir anlama sahiptir, menfi tarafı yoktur. Aksine, menfiliğe karşı bir tavır ya da konuma işaret etmektedir.
Vasat kelimesinden türemiş olan vâsıt: kapı; vasıta: vesile, vasıta; vustâ: orta; vesâta: arabuluculuk; mutavassıt: aracı, merkezî anlamlarına gelmektedir. Bu türevleriyle Türkçe’de en fazla yer etmiş kelimelerden biridir.
Birbirine eşit iki tarafı bulunan şeylerin ortası, onun vasatıdır. Vasat kelimesi bazen, her iki tarafı da kötü görülen şeyler için kullanılır. Mesela, ‘hazâ evsatuhum haseben’ dendiğinde, saygınlık bakımından orta olan kişiyi ifade etmiş olur. Cimrilikle savurganlık arasında, orta yolu tutmuş bulunan kimse için bu deyim kullanıldığında bu anlam gerçekleşir. Demek ki vasat kelimesi ifrat ve tefritten uzak mutedil söz, fiil ve hareketler için kullanılmaktadır. Vasatlık bazen de, bir tarafı iyi, diğer tarafı kötü görülen şeyler için kullanılır.
Vasat kelimesi birbirinden farklı türevleriyle Kur’an’da sadece beş ayette varid olmuştur. Bunlara nüzul sırasına göre değinecek olursak, Kalem suresinin 28. ayetinde ‘evsat’, Âdiyât suresinin 5. ayetinde ‘vasatne’ (fiil halinde), Bakara suresinin 143. ayetinde ‘vasat’ (ummeten vasaten), Bakara suresinin 238. ayetinde ‘vustâ’ (es-Salâtu’l-vustâ) ve Maide suresinin 89. Ayetinde ‘evsat’ formunda kullanılmışlardır. Bu durumda bilhassa Bakara, 143’teki ‘vasat’la, Kalem suresi 28 ve Maide suresi 89’daki ‘evsat’ kelimelerinin vasatlık kavramını daha çok açıklayıcı niteliğe sahip olduklarını söyleyebiliriz.
Kalem suresinin 17-33. ayetlerinde meşhur ‘bahçe meseli’ anlatılır. Kıssanın özü şudur: Ortak bir bahçeleri olan üç kardeş, hasat mevsimi geldiğinde bahçelerindeki ürünü fakirlerle paylaşmak durumunda kalmadan, bir an önce (yani yoksullardan kaçırarak) devşirmek isterler. Allah ise onlara iyi bir ders vermiş, bahçedeki ürünü helak etmiştir. Üç kardeş bahçelerine geldiklerinde, Allah’ın verdiği bela ile ürünlerinin yok edildiğini görüne şaşkınlıklarından, önce yanlış adrese geldikleri zehabına kapılırlar ama kısa zamanda kendilerini toparlarlar ve doğru yere geldiklerine kani olurlar. Tam o esnada üç kardeşin en ‘vasat’ olanı (evsatuhum: en vasatları) tam yerinde ve zamanında şu sözü söyler: “Ben size, ‘Rabbinizi teşbih etseniz ya!’ dememiş miydim?” Diğer ikisi (veya üçü birden) Rablerini tesbih eder ve hatalarını anlarlar: “Rabbimizi tesbih ederiz. Doğrusu bizler zalimlermişiz.”
Bu ayetteki ‘evsat’ kelimesini tam kavramak için, bu üç kardeşin kimliğine bir nebze değinmek gerekmektedir. Kıssanın anlatımına bakılırsa, bu üç kardeşin günümüzdeki adıyla ateist olmadıkları anlaşılır. Yani bu kardeşler Allah’ı, yaratılışı inkar eden kimseler olmayıp, bilakis ‘inançlı’ kimselerdir. Fakat inançları kendilerini cimrilikten alıkoymaya yetmemektedir. Bu haliyle kıssa, günümüzü anlamada çok ciddi bir mesaj içermektedir. İnançlı oldukları, ‘evsat’ olan kardeşin, vaktiyle yani fakirler yanımıza yaklaşmadan ürünü devşirip getirelim gibi planlamalar yaptıkları demde onları, “Rabbinizi tesbih etmeniz gerekmez mi?” diye uyarmasından da anlaşılmaktadır. Belli ki bütün cimriliklerine rağmen diğer iki kardeş de, Rab de kimmiş, Rabbimizi tesbih de ne oluyormuş da dememişlerdir. Evsat olan kardeşin uyarısı akabinde her üçü birden -geç de olsa- Rablerini tesbih etmişlerdir.
Üç kardeşin ‘evsat’ olanının vasatlığı acaba hangi anlamdadır? Kelimenin yaşça vasat, yani ortanca olmayı ifade etmesi mümkündür. Yaşça değil de, ilim-ahlak-erdem-teslimiyet bakımından vasat olması da pekala mümkündür. (Müfessirlerin ekserisi buradaki evsat kelimesini ‘a’deluhum’ (en adil olanları) kelimesiyle tefsir etmişlerdir. Bu durumda vasat olmayı adil olmakla anlamdaş saymışlardır.
Vasat olmak hem yaşça ortanca, hem de ahlak ve teslimiyet bakımından en mutedil, hakka en yakın olanlarıdır diye düşünülebilir. Böyle bakıldığında, madem teslimiyet ve ahlak bakımından en mutedil olanlarıdır da, neden kardeşlerinin cimriliğine mani olamamıştır, bu kimse ‘evsat’ olarak nitelendirilmeye layık mıdır denebilir. Elbette layıktır, çünkü kelime zaten ‘evsat’ yani ‘en vasatları’ anlamına gelmektedir. Ayet o kardeşi adaletin, paylaşmanın ve cömertliğin timsali olarak takdim etmemektedir, üç kardeşin en insaflı, en vicdanlı ve hakka en yakın olanı diye sunmaktadır. Diğer iki kardeş üçte iki çoğunluğu oluşturmaktadır, üçte bire karşı baskın çıkmış olmalıdırlar. Evsat olan kardeş de, öyle anlaşılıyor ki, ne pahasına olursa olsun, hakkı mutlaka ortaya koyma yönünde daha etkin bir tavır alacak imanî derinlik bulunmuyordu. Biraz sürece teslim olmuştu. Ama belli ki vicdanı ötekilerden daha temizdi. Başlarına gelen bela ayan-beyan ortaya çıkınca da, kardeşlerine yaptığı o zayıf uyarıyı hatırlatma gereği duymuş olmalıdır.
Vasat kelimesi bir yönüyle, aşırılıklardan (ifrat ve tefritten) kaçınıp, orta yolu tutmak anlamını ifade eder. Maide suresinin 89. ayetinde buna dair önemli bir açıklama bulunmaktadır. Ayette, müminlerin öylesine ağızlarından çıkan yeminlerden değil de, bile isteye (taammüden) yaptıkları yeminlerden sorumlu tutuldukları açıklanmaktadır. Bu yeminlerin keffareti ise öncelikle, her müminin kendi ailesine yedirdiği yiyeceklerin vasat (evsat)’ından on fakiri yedirmek yahut on fakiri giydirmek, bu da olmazsa bir köleyi azat etmektir. Ailemizde yenilen yiyeceklerin evsatı, oldukça adil bir ölçüdür ve anlaşılmamaktan uzaktır. Allah bizden fakirlere, kendimizin yiyemediğimiz, en pahalı yiyecekleri vermemizi istemediği gibi, en bayağılarını vermemizi de istememektedir. İstenen, ortalamasıdır.
Bu keffaret ölçüsü, sair zamanlarda fakirlere yapacağımız yardımlar için de bir narh belirleme imkânı vermektedir. Fakire yardım yapılırken, mallarımızın, bir an önce başımızdan def etmek istediğimiz en kötülerini vermeyeceğiz; tıpkı en pahalılarını vermemiz istenmediği gibi. Bu hususu Bakara suresinin 267. ayeti daha da vuzuha kavuşturmaktadır. Ayette, gözümüz kapalı olmadığı sürece kendimizin almayacağı şeyleri infak diye başkalarına vermekten kaçındırılmaktayız
Anahtar kelimemiz, Bakara suresinin 143. ayetinde zikredilen ‘vasat ümmet’ (ummeten vasaten)’tir. Vasat nedir, vasat ümmet ne demektir? Vasatlığın en sağlam kriteri kimdir?
VASATLIK
Vav-sin-tı harflerinden oluşan vasat kelimesi bir yeri ortalamak, bir topluluğun ortasına oturmak, adaletle aralarını bulmak, orta yolu bulmak, şerefli ve soylu olmak, kavmin ortası olmak gibi anlamlar içermektedir. Görüldüğü gibi vasat kelimesi bütünüyle müspet bir anlama sahiptir, menfi tarafı yoktur. Aksine, menfiliğe karşı bir tavır ya da konuma işaret etmektedir.
Vasat kelimesinden türemiş olan vâsıt: kapı; vasıta: vesile, vasıta; vustâ: orta; vesâta: arabuluculuk; mutavassıt: aracı, merkezî anlamlarına gelmektedir. Bu türevleriyle Türkçe’de en fazla yer etmiş kelimelerden biridir.
Birbirine eşit iki tarafı bulunan şeylerin ortası, onun vasatıdır. Vasat kelimesi bazen, her iki tarafı da kötü görülen şeyler için kullanılır. Mesela, ‘hazâ evsatuhum haseben’ dendiğinde, saygınlık bakımından orta olan kişiyi ifade etmiş olur. Cimrilikle savurganlık arasında, orta yolu tutmuş bulunan kimse için bu deyim kullanıldığında bu anlam gerçekleşir. Demek ki vasat kelimesi ifrat ve tefritten uzak mutedil söz, fiil ve hareketler için kullanılmaktadır. Vasatlık bazen de, bir tarafı iyi, diğer tarafı kötü görülen şeyler için kullanılır.
Vasat kelimesi birbirinden farklı türevleriyle Kur’an’da sadece beş ayette varid olmuştur. Bunlara nüzul sırasına göre değinecek olursak, Kalem suresinin 28. ayetinde ‘evsat’, Âdiyât suresinin 5. ayetinde ‘vasatne’ (fiil halinde), Bakara suresinin 143. ayetinde ‘vasat’ (ummeten vasaten), Bakara suresinin 238. ayetinde ‘vustâ’ (es-Salâtu’l-vustâ) ve Maide suresinin 89. Ayetinde ‘evsat’ formunda kullanılmışlardır. Bu durumda bilhassa Bakara, 143’teki ‘vasat’la, Kalem suresi 28 ve Maide suresi 89’daki ‘evsat’ kelimelerinin vasatlık kavramını daha çok açıklayıcı niteliğe sahip olduklarını söyleyebiliriz.
Kalem suresinin 17-33. ayetlerinde meşhur ‘bahçe meseli’ anlatılır. Kıssanın özü şudur: Ortak bir bahçeleri olan üç kardeş, hasat mevsimi geldiğinde bahçelerindeki ürünü fakirlerle paylaşmak durumunda kalmadan, bir an önce (yani yoksullardan kaçırarak) devşirmek isterler. Allah ise onlara iyi bir ders vermiş, bahçedeki ürünü helak etmiştir. Üç kardeş bahçelerine geldiklerinde, Allah’ın verdiği bela ile ürünlerinin yok edildiğini görüne şaşkınlıklarından, önce yanlış adrese geldikleri zehabına kapılırlar ama kısa zamanda kendilerini toparlarlar ve doğru yere geldiklerine kani olurlar. Tam o esnada üç kardeşin en ‘vasat’ olanı (evsatuhum: en vasatları) tam yerinde ve zamanında şu sözü söyler: “Ben size, ‘Rabbinizi teşbih etseniz ya!’ dememiş miydim?” Diğer ikisi (veya üçü birden) Rablerini tesbih eder ve hatalarını anlarlar: “Rabbimizi tesbih ederiz. Doğrusu bizler zalimlermişiz.”
Bu ayetteki ‘evsat’ kelimesini tam kavramak için, bu üç kardeşin kimliğine bir nebze değinmek gerekmektedir. Kıssanın anlatımına bakılırsa, bu üç kardeşin günümüzdeki adıyla ateist olmadıkları anlaşılır. Yani bu kardeşler Allah’ı, yaratılışı inkar eden kimseler olmayıp, bilakis ‘inançlı’ kimselerdir. Fakat inançları kendilerini cimrilikten alıkoymaya yetmemektedir. Bu haliyle kıssa, günümüzü anlamada çok ciddi bir mesaj içermektedir. İnançlı oldukları, ‘evsat’ olan kardeşin, vaktiyle yani fakirler yanımıza yaklaşmadan ürünü devşirip getirelim gibi planlamalar yaptıkları demde onları, “Rabbinizi tesbih etmeniz gerekmez mi?” diye uyarmasından da anlaşılmaktadır. Belli ki bütün cimriliklerine rağmen diğer iki kardeş de, Rab de kimmiş, Rabbimizi tesbih de ne oluyormuş da dememişlerdir. Evsat olan kardeşin uyarısı akabinde her üçü birden -geç de olsa- Rablerini tesbih etmişlerdir.
Üç kardeşin ‘evsat’ olanının vasatlığı acaba hangi anlamdadır? Kelimenin yaşça vasat, yani ortanca olmayı ifade etmesi mümkündür. Yaşça değil de, ilim-ahlak-erdem-teslimiyet bakımından vasat olması da pekala mümkündür. (Müfessirlerin ekserisi buradaki evsat kelimesini ‘a’deluhum’ (en adil olanları) kelimesiyle tefsir etmişlerdir. Bu durumda vasat olmayı adil olmakla anlamdaş saymışlardır.
Vasat olmak hem yaşça ortanca, hem de ahlak ve teslimiyet bakımından en mutedil, hakka en yakın olanlarıdır diye düşünülebilir. Böyle bakıldığında, madem teslimiyet ve ahlak bakımından en mutedil olanlarıdır da, neden kardeşlerinin cimriliğine mani olamamıştır, bu kimse ‘evsat’ olarak nitelendirilmeye layık mıdır denebilir. Elbette layıktır, çünkü kelime zaten ‘evsat’ yani ‘en vasatları’ anlamına gelmektedir. Ayet o kardeşi adaletin, paylaşmanın ve cömertliğin timsali olarak takdim etmemektedir, üç kardeşin en insaflı, en vicdanlı ve hakka en yakın olanı diye sunmaktadır. Diğer iki kardeş üçte iki çoğunluğu oluşturmaktadır, üçte bire karşı baskın çıkmış olmalıdırlar. Evsat olan kardeş de, öyle anlaşılıyor ki, ne pahasına olursa olsun, hakkı mutlaka ortaya koyma yönünde daha etkin bir tavır alacak imanî derinlik bulunmuyordu. Biraz sürece teslim olmuştu. Ama belli ki vicdanı ötekilerden daha temizdi. Başlarına gelen bela ayan-beyan ortaya çıkınca da, kardeşlerine yaptığı o zayıf uyarıyı hatırlatma gereği duymuş olmalıdır.
Vasat kelimesi bir yönüyle, aşırılıklardan (ifrat ve tefritten) kaçınıp, orta yolu tutmak anlamını ifade eder. Maide suresinin 89. ayetinde buna dair önemli bir açıklama bulunmaktadır. Ayette, müminlerin öylesine ağızlarından çıkan yeminlerden değil de, bile isteye (taammüden) yaptıkları yeminlerden sorumlu tutuldukları açıklanmaktadır. Bu yeminlerin keffareti ise öncelikle, her müminin kendi ailesine yedirdiği yiyeceklerin vasat (evsat)’ından on fakiri yedirmek yahut on fakiri giydirmek, bu da olmazsa bir köleyi azat etmektir. Ailemizde yenilen yiyeceklerin evsatı, oldukça adil bir ölçüdür ve anlaşılmamaktan uzaktır. Allah bizden fakirlere, kendimizin yiyemediğimiz, en pahalı yiyecekleri vermemizi istemediği gibi, en bayağılarını vermemizi de istememektedir. İstenen, ortalamasıdır.
Bu keffaret ölçüsü, sair zamanlarda fakirlere yapacağımız yardımlar için de bir narh belirleme imkânı vermektedir. Fakire yardım yapılırken, mallarımızın, bir an önce başımızdan def etmek istediğimiz en kötülerini vermeyeceğiz; tıpkı en pahalılarını vermemiz istenmediği gibi. Bu hususu Bakara suresinin 267. ayeti daha da vuzuha kavuşturmaktadır. Ayette, gözümüz kapalı olmadığı sürece kendimizin almayacağı şeyleri infak diye başkalarına vermekten kaçındırılmaktayız